Tarihsel bir gerçektir. Boku en çok sevenler ondan en çok yararlananlardır. Dolayısıyla sünepe profun asker sevgisiyle iyice zıvanadan çıkıp, üstelik onu yiyeceğini söyleyecek kadar iğrençleşerek boka övgüler düzmesi tarihsel arka planı olan bir tutumdur. Küçümsediği halkın yönetilmesi için en iyi rejimin oligarşi olduğunu söyleyerek, kendisini de seçkinler sınıfına dahil eden hastalıklı bir karakter elbette egemenlerin bir savaş malzemesi olarak sıklıkla kullandıkları boka da sevgi duyacaktır haliyle. Egemen sevgisi böyle bir şey.

Tarihsel bir gerçektir derken uydurmuyorum tabii. Olur mu öyle şey? Egemenler, yeter ki hedeflediklerine zarar versin, boku silah olarak kullanmaktan çekinmediler hiç. Bok, 1333 yılından beri, herkese göre değişen biçimlerde “faydalı” bir malzeme olmuştur. Söz konusu yıl dönemin emperyalist güçlerine bağlı ittifak ordusu Fransa sınırları içindeki Alsas bölgesinde bulunan bir kaleyi kuşattığında öyle bir direnişle karşılaşırlar ki, müttefik güçlerin aklına çözüm olarak içine bok doldurulmuş fıçıları mancınıkla kaleye atmak gelir. Kalenin ele geçirilmesi bu iğrenç saldırı silahının kokusuna dayanamayan kaledekilerin teslim olmasına yol açar. Yıl 1417, Papa’nın bir elçisi kimden, neden kaçıyorsa İtalya’da Castel Sant’Angelo adlı bir yere sığınır. Kendisini yakalamak isteyen askerler tabii yine mancınıkla buraya bok atarak ele geçirirler elçiyi. Asker manyağı o zatın boku, bir askeri silah olarak sevmesi tarihseldir derken, dediğim gibi, uydurmuş değilim.

Bok her zaman “işe yaramıştır” gerçekten de. İkinci Dünya Savaşı’nda Guadalcanal adasındaki Japon askerlerinin sayısının ne kadar olduğunu belirlemek için ABD’liler adadaki günlük dışkı miktarını hesapladılar örneğin. Buldukları sayının çok üstünde asker yollayarak adayı ele geçirmeleri böyle olmuştur. Askerin en iyi silahlarından biri olan boku nasıl sevmesin şimdi bu adam?

Malum zat, Fransa Kralı VIII. Henry zamanında yaşasaydı, bu kadar egemen seviyor oluşunun da doğal sonucu olarak bir saray soytarısı olabilirdi rahatlıkla. Bu kral, soytarılarının en başarılısı olan Will Summer’in sürekli bokla ilgili şaka yapmasından çok hoşlanır, kahkahalarla gülerdi. Tam bizim profluk bir iş. Yiyebileceğini söylediği bokla ilgili ne güzel espriler yapardı krala, kimbilir?

Ayıp mı ediyorum? Hayır. Gayet haklıyım, haklıyız. Asker seviyor diye tüm insani özelliklerini yitirmiş birine nazik davranmak “ayıp” olurdu aslında. 24 yaşında asılmış bir devrimci öndere, bu ülkenin yüzünü güldürmüş değerli bir sanatçıya hiçbir gereği de yokken üstelik, diliyle “bok” atan adama anlayışlı ya da nazik davranmak, o devrimci liderle, o büyük sanatçıya saygısızlık olmaz mı?

Zekaları yüzünden “bok”la haşır neşir olan tipler vardır her yerde. Bizimki tek ya da ilk değil. Boku, bunun gibi her anlamda “nimetten” saymasalar da sanatlarının malzemesi yapanlardan haberdarız. Batı’nın büyük galerilerinde insan bokundan yapılmış eserler sergilenir zaman zaman. İnanmıyorsanız “Art of the Shit” diye girin Google’a görün “eserleri”.

Bu ülke tarihinin, insanlık tarihine de kazınmış en aşağılık döneminin işkencesini, bu işkencenin kurbanlarının var olduğunu bile bile savunmak akıllı insan işi değil. Fazla zeka, işte olsa olsa boktan heykeller falan yapılmasına yol açar sadece, ama o heykelleri yapanlar yaptıkları “eserlerini” yemeyi herhalde düşünmezler.

Bok yemek herkesin harcı değil çünkü. Sadece bunun marifetiymiş.

Öğrendik işte.