En kanayan yaramız yine kanadı. Kerpiç duvarlı badanasız evlere asılan bayraklar, iktidar hırslarıyla yoğrulmuş hamasi nutuklar, “Şehitlerin kanını yerde bırakmamak için misliyle etkisiz hale getirilen teröristler” anaların acısını dindirecek mi?

Bugüne kadar yapılanları yapmaya devam ederek on yıllardır durduramadığınız kanı nasıl durduracaksınız? On yıllardır noktası virgülüne aynı bildirileri imzaladık da ne değişti diye sorgulamayacak mısınız?

Ne acı ki, bir profesyonel asker, bir emekli albay bile, yıllardır “TSK’yi yıpratmak maksatlı açıklamalar yapıyor” endişesiyle sustuğu için şimdi 12 vatan evladının ölümünde payı var diye kendini suçluyor.

Okul arkadaşları grubumuzda bir komutanın, “Oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?” diye başlayan bir yazısı paylaşılmıştı geçen gün. “Önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa bir eve ateşin düştüğünü” herkesin öğrendiğini söylüyor ve devam ediyor: “Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin. İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar… Neyse varırsın köye. (…) Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, Elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün. Ayakların geri geri gider. Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar, bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere. Oğlu daha toprak altına girmeden o ana düşer toprağa.. Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.

Hayali bir yazarın kaleminden mi çıktı, gerçek bir komutan mı yazdı bilemem ama yazılanlar o kadar gerçek ki.

Dünyanın pek çok yerinde, bu tür çatışmalarda, savaşlarda ve diktatörlüklerin vahşet ve şiddetinde çocuklarını kaybeden anaların öne çıkıp “zelzele oluyormuş gibi yere vurması" açtı kanın ve şiddetin durdurulmasına giden yolu.

Dünyanın hiçbir dili, hiçbir inancı beni rahatsız etmez. Eğer o saygı içimizden gelmiyorsa da tahammül edeceğiz.” Burnundaki oksijen hortumuna karşın haberlere ilgisini kaybetmeyen anam, Sırrı Süreyya Önder’in Meclis’te kendi dilinde selamlama yapan Süryani milletvekiline sataşanlara müdahalesinde on yıllardır akan kanı durduracak yaklaşımı hissederek dua etti ona.

İsrail’de de Filistin’de de evlatları öldürülmüş olduğu halde “şiddet ve güç çözüm değil” diye el ele verip öne çıkan analar babalar var. Orada da kan, ancak onların sesi “intikam ve iktidar” siyasetini bastırdığında duracak.

Öksüz, yetim… 78’liler” diye yazınca öyle çok arayan oldu ki, kimi ağlayarak. Sağ olsunlar.

Biri de Nuri. 78’in fırtınalı günlerinden birinde, bir mermi yüzünün bir yanından girip öbüründen çıktığında; vurulduğunu duyan anasının Mamak’tan ameliyat olduğu Hacettepe’ye geldiğinde, nasıl geldiyse artık, ayağında ayakkabılarının olmadığını, doktorların anasına ayakkabı aldığını hatırlamış yazıyı okurken.

Analar… Kendi canlarından bir canın tehlikede olduğunu görmesinler, canlarından vaz geçerek koşarlar işte!

Yanımızdaki bir üsteğmen ya da yüzbaşı elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur, ‘Kanı yerde kalmayacak’ diyerek bitirir konuşmayı... Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz. Sonuç olarak; Orada bir mezar, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır” demiş komutan yazının sonunda.

Orada bir mezar, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalakalmasın artık” diye, bir ana cesaretiyle öne çıkıp, on yıllardır yapılandan farklı şeyler yapmaya başlamak için çok geç kaldık.