Google Play Store
App Store

Emekli olmanın kâğıt üzerinde mutlu bir yanı vardır. Senelerce çalışmışsınızdır, her gün sabahın köründe daha gecenin karanlığı bitmeden kalkmış, o itiş kakış toplu taşıma araçlarından birine binmiş ve senelerce birileri ile rekabete itildiğiniz o mekânda çalışmışsınızdır. Hep bir gün emekli olmanın hayali ile. İşte o gün geldi ve elinize 7.500 TL verdiler… ve hikâye burada bitiyor.

Yokluk ve yeni zenginler

Türkiye’nin yoksulluk halleri ve gidişatı hakkında yazmanın en zor olduğu zamanlardan geçiyoruz. Çetin bir yaşam mücadelesi veriliyor; suya-elektriğe-gıdaya ulaşamayan geniş ve giderek genişleyen bir nüfus, küçülen hayatlar ve tek seçenek olarak gösterilen karanlık bir gelecek… Eğer ki ülkemizde bugün üç öğün yemeğini yiyemeyen, okuluna yemek götüremeyen çocuklarımızdan bahsediyorsak, asgari ücretin altında kalmış emeklilerden ve de hâlâ asgari ücrete yakın çalıştırılan akademisyen, hekim ve mühendislerin varlığından bahsediyorsak çok büyük bir meselemiz var demektir. Kara kış geliyor denilince çoğu insanın ilk anda aklına “doğalgaza kaç bin TL öderiz?” sorusu geliyor ise, pahalı oldukları için temel hizmetlerden sakınan birçok insan eğitim ve sağlık hizmetinden mahrum kalıyorsa ve de barınma herkes için temel bir sorun halini almışsa, karşımızda duran mesele oldukça öncelikli ve acil demektir.

Bir yandan sanki bu denli yoksullaşma yokmuşçasına bir vergi ve zam politikası uygulanıyorsa, kaynaklar kuruyor ve çevremizdeki koruyucu ekolojik çember daralıyorsa, bu çağın dışına ait virüsleri hortlatacak büyüklükte bir çevresel yıkım gerçekleşiyorsa her şeyi bir kenara bırakın! Büyük bir yokluk ile karşı karşıyayız ve hep birlikte tükeniyoruz.

YENİ YOKSULLAR VE SONRADAN ZENGİNLER

Bildiğimiz bir öykü: Türkiye’nin ekonomik yapısı son derece çarpık ve kriz biriktiren, ulusal kaynakları verimsiz bir şekilde tüketmeye ve yok etmeye yönelmiş bir zemin üzerine inşa edildi. Ve bu yapı bugün kendi suretine uygun yoksullarını üretiyor. Üretim giderek gerilediği için bu alanda yer alan işçilere kısıtlı işler sunuluyor; bu da “en düşük ücrete razı olan işi kapar” mantığında ücretlerde aşağı doğru bir yarışa neden oluyor. Diğer taraftan varolan üretim de vasıflı işgücüne ve teknolojiye ve de bilime dayalı olmadığı için bu kesime talepkâr davranamıyor ve “iş bu, ücret bu” tehdidini mecbur kabul eden milyonlarca vasıflı işçi ucuza çalıştırılıyor. Yani mevcut ekonomik yapı kendine uygun olmayan işgücünü dışlıyor, yoksullar gurubuna iteliyor.

Diğer bir taraftan konut sektöründe aracıların, komisyoncuların, finansal “tüyocuların”, sosyal medya “influencer”larının önü açılıyor. Hepsinin de değil, siyasi olarak kabul görenlerin! Çok kısa bir süredir zenginleşmeden başları dönen bu kesim kafalarına avroları bigudi yapıp dolaşıyorlar. Trafikte yanınızda duran o lüks arabanın içinde artık ne yazık ki doktorlar, eğitimciler yok; ülkeye katma değer üretmek bir yana ülkenin varolan değerlerini satarak, yok ederek “köşeyi dönmüş” sistemin yeni zenginleri var.

Bunu Türkiye İstatistik Kurumu verileri de söylüyor. 2012-2022 arası döneme baktığınızda ekonomik büyüme ile yükseköğretim mezunu yoksulların sayısındaki makas 2017 yılından sonra sert bir şekilde terse dönüyor ve ekonomi büyüdükçe yükseköğretim mezunları hızlı bir şekilde yoksullaşıyorlar.

Durumu şöyle tercüme etmek de mümkün, bir çocuğunuz var, borçla harçla üniversiteye kadar okuttunuz, sonrasında ha gayret üniversite eğitimini de tamamlatıyorsunuz. İş bulabilirse –ki ne âlâ– sizin onun yaşında sahip olduğunuz yaşam standardının çok çok altında şartlarla yaşamak durumunda.

Bu yeni işe başlayan çocuğumuzun hayatından devam edersek… Oturduğu evin sahibi olması mümkün değil, neredeyse kira için çalışıyor. Sosyalleşmek pahalı, ısınmak lüks, hastalansa eyvah… Biriyle tanıştı, onunla vakit geçirebilmek için neredeyse kredi çekmesi gerek. Arabası yok, öyle bir hayali de yok, araba alsa benzinini alamaz, benzini de hadi aldı diyelim bu arabanın çifte çifte alınan vergilerini ödemeye asla gücü yok.
Gencimiz senelerce bu şekilde çalışsın ve emekli olsun. Beterin beteri dedikleri durum bu olsa gerek: Türkiye’de emekli olmak.

Emekli olmanın kâğıt üzerinde mutlu bir yanı vardır. Senelerce çalışmışsınızdır, her gün sabahın köründe daha gecenin karanlığı bitmeden kalkmış, o itiş kakış toplu taşıma araçlarından birine binmiş ve senelerce birileri ile rekabete itildiğiniz o mekânda çalışmışsınızdır. Hep bir gün emekli olmanın hayali ile. İşte o gün geldi ve elinize 7.500 TL verdiler… ve hikâye burada bitiyor.

Kimlerin yoksul kimlerin zengin olacağına karar veren “O” yapı

Hangi mesleklerin iyi bir gelir sunacağı en nihayetinde siyasi ve iktisadi bir seçim. Sağlık Bakanı geçtiğimiz günlerde hekimlerin yurtdışına göç etmesinin nedenini eliyle işaret ederek maddi kaygı olarak gösterdi. Kısmen doğrudur. İnsanın senelerce verdiği emeğin karşılığını almak istemesi, itibarlı bir yaşam arzusu ayıplanacak bir mevzu değil, her yurttaşa verilmesi gereken haktır. Uzmanlığa, bilgi ve beceriye hakkettiği bedeli ödemezseniz, bu özellikleri büyük zorluklarla biriktirmiş bir kişi bunu ödeyebilene bu hizmeti sunacaktır.

Diğer bir taraftan ekonomik yapının vitrinine konulan kişiler/figürler, içeride hayatta kalmak, rahat bir yaşam sürmek isteyenlere şunu söylemektedir: “Okumayın, kendinizi geliştirmeyin, ilave bilgi ve becerinin size bir getirisi olmayacak!” Sistemdeki işleyişin bir parçası olun, örneğin kentsel dönüşüme uygun bina kovalayın, yabancı müşteri bulun, ara işleri kolaylaştırın.

İşte bu sistemin dışında kalanlar önceki yıllarına kıyasla yoksullaşmaya mahkûm edildiler bu ülkede. Dolayısıyla şu an yaşanılan yoksulluk sadece iktisadi grafiklerle açıklanabilecek bir durum değil, ideolojik bir seçilimin sonucudur.