Sercan Meriç
sercanmeric@birgun.netYönetmen Tolga Örnek: Aziz Nesin gibi sanatçı bir daha gelmeyecek
BirGün’e konuşan Tolga Örnek "Aziz Nesin Türkiye demek bence. Aziz Nesin gibi sanatçı Türkiye bir daha gelmeyecek. Bu kadar çok unsuru bir kişilikte barındıran başka bir sanatçı Türkiye’de hatırlamıyorum" diyor.
Mucize Aynalar, 2024’te vizyona giren filmler arasında özel bir yer edindi. Zira, filmde Türkiye’nin en önemli aydınlarından Aziz Nesin’in öyküleri beyazperdeye aktarıldı. Aziz Nesin’in öykülerinin ne kadar her daim geçerli olduğunu da bir kez daha kanıtlandı. Mucize Aynalar’ın yönetmeni Tolga Örnek ile son filmini, Aziz Nesin’den başlayarak memleketin hallerini konuştuk…
Aziz Nesin’in öykülerinden bilimkurgu temalı bir film yaratma fikri nasıl doğdu?
Film hem Aziz Nesin’in her zaman için geçerli olan klasik öykülerini geleceğe taşımak içindi. Bilimkurgu ve fantastik öğelerini kullanmamızın amacı Aziz Nesin’in öykülerinin her daim geçerli olduğunu göstermekti. Teknoloji de gelişse hayatlar da değişse insanın özünü değişmediğini göstermekti.
Evrensel insanı mı anlatır bu öyküler yoksa Türkiye’deki insanlara mı özgüdür?
Duygular evrensel ama başına gelenler Türkiye’ye has… Türkiye’de ortam ne kadar değişse de, maddiyat değişse de özümüz hep aynı kalıyor. İnsanın başına gelen, insanın hayallerine ulaşmasındaki zorluklar hem çevre olarak hem bireysel olarak hem bürokrasi olarak çok fazla değişmiyor. Onu vurgulamak istedik aslında biz filmde. Aziz Nesin hikâyelerini gençken okurken ne kadar güzel yazılmış diye okuyorsun, orta yaşa geldiğinde aynı hikâyeyi tekrar okuduğunda beni yazmış diyorsun. Çünkü senin üstünden Türkiye’de bir hayat geçmiş oluyor. Aziz Nesin aslında orta yaşa başlarına gelenleri atlatıyor, gençlerin de başına gelecekleri anlatıyor. O yüzden iki jenerasyonda da Aziz Nesin’in hikâyeleri karşılık bulabiliyor.
Nedir o durumlar?
İnsanın hayatında mücadele ettiği ve normalde başka ülkelerde çok olmayan gündelik sorunlar… Bir evrak imzalatma bazen. Bir bürokrasinin zorluğu… Çevrenin hızlıca zengin olma derdi. İdealist ve ülkesini olumlu ilerletmek için uğraşan insanların başlarına gelenler. Bunun benzerini Devrim Arabaları’nda da anlatmıştım. O da özü olarak bir Aziz Nesin öyküsüydü. Mucize Aynalar da öyle aslında. Hayallerinin peşinde koşmak isteyen insanlar başka ülkelerde ödeyeceklerinden daha fazla bedel ödüyor Türkiye’de…
Bilimkurgu, fantastik unsurlar nasıl bir değer katıyor filme?
Teknoloji bıçak sırtı bir şey. İyi kullanılırsa, iyi değerlendirilirse çok faydalı bir şey. Ama kötü ellerde sorumsuzca kullanıldığında kötülüğe yol açabilecek bir şey. Mucize Aynalar da bunun en büyük örneği. İnsanlara hayallerine ulaşmakla ilgili teşvik sağlamak için yapılmış bir alet, bunu üretenler tarafından röntgen aracına dönüştürülüyor. Bu yapay zekâda da var, internette de var.
Yapay zekâ demişken, bunun sinemaya etkisi ne oldu bu unsurun?
Bazen etik ve ahlak, teknolojik gelişmenin arkasından geliyor. Yapay zekâya gelmeden önce bunun en büyük örneği telif ve fikir haklarıydı. Yıllarca şarkılar bedava satıldı, filmler izinsiz gösterildi. Sanatçıların ve üreten insanların cebine girmesi gereken para başka aracılara, hırsızların cebine girdi. O kadar sonradan bunlara yetiştik ki! Yapay zekâ da böyle. Bunun bir sorumluluk çizelgesini çizmek lazım. Regülasyon, teknolojik hıza yetişemiyor ve bu da büyük problem yaratıyor dünyada…
Peki, Mucize Aynalar’da Cengiz Bozkurt, Zerrin Sümer gibi usta oyuncular yer alıyor. Bir yönetmen olarak bu isimlerle çalışmak nasıldı?
O açıdan çok şanslı bir yönetmenim. Bugüne kadar yaptığım bütün filmlerde çok iyi, çok profesyonel oyuncularla çalışma fırsatım oldu. Bu film de onlardan birisi. Boran Kuzum’u, Şebnem Bozoklu’yu, Eren Demirbaş’ı, İştar Gökseven’i de eklemek lazım. Bence böyle bir kadronun filme dahil olmasının en büyük nedeni de Aziz Nesin öyküleri olmasıydı. Aziz Nesin çok büyük bir isim.
Aziz Nesin’in sizde nasıl bir yeri var?
Aziz Nesin Türkiye demek bence. Aziz Nesin gibi sanatçı Türkiye bir daha gelmeyecek. Bu kadar çok unsuru bir kişilikte barındıran başka bir sanatçı Türkiye’de hatırlamıyorum. Oyun, şiir, roman, tiyatro, öykü yazıyor. Özgürlük için kendi hayatını tehlikeye atacak şekilde mücadele eden, ihtiyaca muhtaç çocukların eğitimi için bir vakıf kuran birisi. Dergi çıkaran, gazete çıkaran, özgürlük için mücadele eden birisi. 1946 ile 1956’da kendi ismiyle yazması yasak olan bir insandan bahsediyoruz. Hiç pes etmemiş, sürekli üretmiş, ülkesine bir baba şefkatiyle zaman zaman tatlı sert yaklaşmış bir sanatçıdan bahsediyoruz. Aziz Nesin, 1970’lerin başına kadar maddi zorluk çekiyor. Hapse giriyor çıkıyor. 1970’lerin başında eserlerinden iyi para kazanmaya başlıyor. Çoğu sanatçı, “Bunca yıl çektim, şimdi para kazanmaya başladım, birazcık rahat yüzü göreyim” der. Ama Aziz Nesin, kazandığı parayı harcamaktansa o parayla vakıf kuruyor. Ve daha zor bir işe kalkışıyor. Türkiye bugünlere Aziz Nesin ve onun gibi iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda insanın sırtında geldi.
Birçok filme imza attınız ama isminiz Kaybedenler Kulübü ile özdeşleşti. Böyle anılmak sizin için ne anlam taşıyor?
Bir kere yönetmenin birinci vazifesi, yapmak istediği filmleri en iyi şekilde yapmak. Anlatmak istediği hikâyeleri en iyi şekilde anlatmak. Ondan sonra seyirciyle buluştuktan sonra yeni bir hayatı başlıyor filmlerin. Onu sen engelleyemiyorsun. Ben Kaybederler Kulübü’nün bu aşamalara geleceğini, bu kadar popüler olacağını, adımın o filmle anılacağını tahmin etmedim. Bundan mutsuz muyum? Asla değilim. Ama Kaybedenler Kulübü benim mesela diğer filmlerinden daha özel değil benim için. Devrim Arabaları’ndan, ilk belgeselim Atatürk’ten, Gelibolu’dan daha özel değil. Ama ben onla anılıyorum. Onunla ilgili de hiçbir sorunum yok.
Devrim Arabaları filmi de aslında “yerli ve milli” otomobil tartışmalarında ve bilhassa iktidarın TOGG ilgili propagandasına dair tartışmalarda önemli bir referans sunuyor…
TOGG’un tanıtımında Devrim Arabaları’na devamlı gönderme yaptılar. Türkiye, değer vermeyi biraz gecikmeli yapıyor. Devrim Arabaları’na zamanında kimse sahip çıkmamış. Mühendisler küstürülmüş. Türkiye’nin ilk arabası olarak anılması gerekiyor. Şöyle bir şey var; bir Türk yönetmen Oscar kazansa ve sahneye çıkarken ayağı takılıp düşse, hayatı boyunca Oscar töreninde ayağa takılıp düşen adam olarak anılır. İlk kez Oscar kazanan yönetmen olarak anılmaz. Toplum psikolojisinden kaynaklı bir şey. Biz iyileri, kötülükler ve zorluklar kadar görüp konuşmuyoruz. O da ülkede iyi işler yapmaya çalışan, ülkesine katkıda bulunmaya çalışan insanlara dolaylı olarak zarar veriyor.