Durum gittikçe sertleşiyor, malum. Kürt coğrafyasında çözümün artık askeri olduğuna iyice inanmış bulunan, yeniden diyalog başlatmaya niyeti olmayan Recep bey, Kürt hareketinin onca yanlışını da bir hayli iyi değerlendirerek mesafe alıyor kendi yolunda.Nereye varır, neye mal olur bunları konuşmak anlamsız şu noktada. Zincirlerinden boşalmış bir mantıksızlık almış başını gidiyor çünkü.

Ben tabii bu durumlarda hep, kendisinin de kabul ettiği gibi, kitap yerine danışmanlarınca getirilen kitap özetlerini okuyan Recep beyin, yine de, eline tutuşturulan kimi kitapları okumuş olabileceğini düşünüyorum. Zehir gibi danışmanları var, bilindiği gibi. Son olarak iki gün önce danışmanlığına getirdiği Büyük Birlik Partisi eski genel başkanı Yalçın Topçu bu “zehir” gibi danışmanlardan biri. Milletçe, özellikle kültürel konularda engin görüşlerinden dolaylı olarak biz de yararlanacağız muhakkak.

O kadar eskiye gidip de bulmuş olduklarını sanmam ama Recep beyin, - yaşadığı yıl MS altıncı yüzyıla tarihlenen - Hint filozofu Kamandaki’nin siyaset sanatı üzerine yazdığı kitabı okuduğunu düşüneceğim neredeyse. Liderlere askerlik işlerine önem vermesini, ayrıca da yaptıracağı işlerde “milisler kullanmasını” öğütler bu zat. Recep beye bakınca, askerlik işlerine hem de fazlasıyla önem verdiğini görüyoruz.
Milisler konusunda ise kendisinden öncekilerden çok daha başarılı olmuş biridir Recep bey. Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, “O haritayı biz çizeceğiz, bunu kafanıza sokun!” başlığıyla yazdığı yazısında tüm küffara ayar çekerek gerçek bir milis olduğunu gösterdi, biliyorsunuz. Muhteremin yazısı için söylenecek bir şey yok, ipe sapa gelmez, tutarsız kelamlarla dolu. Türkiye “Suriyelileştirilmek” isteniyormuş, ona meydan okuyor Karagül. Türkiye’nin, olunmasından korkulan Suriye’nin bugün “Suriyelileştirilme”sindeki rolünü görmeden, bir de mağdur kılığına bürünerek, hakkı yenmiş çocuk gibi ortaya fırlamak, biliyorsunuz fıtratlarına uygun bunların. Milis tutumudur bu, “siyasi irade”ye tamamen teslim anlamında.



Kamandaki’nin bu iki öğünü de başarıyla gerçekleştirmiş görünüyor Recep bey. Medyadaki milisleri özellikle iyi çalışıyorlar gerçekten. Jölelisi, küçüğü, büyüğü, karası, gülü bir hayli başarılılar.

Çokbilmiş “ulema”mız, Recep beye siyaset sanatına ilişkin kitap özetleri veriyorsa gerçekten, İbn’i Zafer’in “Sulvan al-muta fi udvan al-atba” adlı eserini atlamamışlardır herhalde. Olmaz çünkü. Atlanılmaz ki pek bir ayıp olur eğer öyleyse. Bu kitapta ne inciler var bir bilseniz. 12. Yüzyılda yazılmış ama öğütleri her dönemin “siyaset adamı” için hâlâ geçerli. “Bir güce karşı koymak için dağlar kadar kurnazlığa ihtiyaç vardır” demektedir ki, bu Makyavel’in de söylediği türden bir öğüttür. Bizim memleket politikacısının kurnaz olmak için İbn’i Zafer’den öğüt almasına gerek yok ama olsun, mademki kitabi bir kural haline getirilmiş, kitaba uygun bir şey yaptıklarını bilsinler.

İkincisi daha da güzel. İbn’i Zafer, yalanı zehre benzetiyor. İlk okuduğunda siyasetçilere yalandan kaçınmalarını önerecek sanır insan ama değil tabii. Aksine yalanı şiddetle tavsiye ediyor Müslüman düşünür: “Tek başına alındı mı insanı öldürür, başka maddelerle ustalıklı şekilde karıştırıldı mı şifalı bir ilaç da olabilir”.

Tıpta özellikle, zehir için bu doğru da, yalanın şifalı bir hale getirilebileceği (dostlar, sevenler arasında, kimi ihtilafların giderilmesinde başvurduğumuz ‘beyaz yalan’dan söz edilmiyor tabii burada) külliyen yalan. O “yalan zehiri” gün gelir bünyeden çıkar.

“Askeri işlere önem verdiğini” görünce Recep beyin, liberal, solumsu destekçileri geliyor aklıma. “Yalanı başka maddelerle ustalıklı şekilde yutturmak” denince de Murat Belge’sinden, Nuray Mert’ine kadar “entel”lerimizi hatırlıyorum. Başka maddelerle “yuttukları” zehri bünyeden çıkarırlarken işleri hiç de kolay değil doğrusu.

Kitap özeti okuyarak bu kadar “aydın”ı sustalı maymuna çevirmek her babayiğidin harcı değil.

Harikasınız siz Recep bey.
İnanın.