İklim krizinin birçok boyutuyla kendini hatırlattığı bir sezon geçiriyoruz. Bir yanda krizin yaratıcıları yeni tahribatlara imza atarak sorunları büyütürken, diğer yanda krizde hiç payı olmayan yüz binlerce insan acımasız kararların faturasını can kayıplarıyla, orman yangınlarıyla, toprak kayıplarıyla, rekolte kaybıyla ödüyor.

Son günlerde Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) Hatay’ın Dikmece mahallesinde bulunan tarım arazileri ve zeytinliklere konut yapmak üzere girmesi de bu sorunun kimi boyutlarını hatırlatıyor. Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) Dikmece’deki zeytinliklere ve tarım arazilerine inşaat yapma “hakkını” 15 Temmuz 2023 tarihli, Resmî Gazete’ de 7456 Sayılı Kanun olarak yayımlanan “Torba Yasa”nın 25. maddesiyle elde etti. Bu madde ile “afetzedeleri ihtiyacı” doğrultusunda “Geçici veya kesin iskan alanlarında 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanunun 20. maddesi uygulanmaz” ve “Orman vasıflı alanlar da kullanılabilir” hale getirilmişti. Karara birçok kuruluş Anayasa’ya ve Zeytinlik Yasası’na aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz etmişti ancak Meclis’teki siyasi partilerden konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan olmadı.

Tarım arazilerinin ve zeytinliklerin acele kamulaştırma kararıyla gasbı şüphesiz ki iklim değişikliğinin toplumsal, iktisadi, ekolojik bir krize dönüşümünü körüklüyor. Aslında zeytinlikler ülkemiz açısından tüm bu krizin sebep ve sonuçlarıyla izini sürebileceğimiz bir alanını oluşturuyor. Bu sene zeytin rekoltesinin düşmesi, fiyatların ise artması bekleniyor. Buna ek olarak bir de zeytinyağına ihracat yasağı geldi. İhracat yasakları ilk bakışta fiyatlarda bir denge oluşturacak gibi görünse de böylesi bir piyasa hakimiyetinde şirketlerin faturayı üreticiye kesmesini, üretici emeğin pul olmasını beraberinde getiriyor. Tüketiciye ise zam olarak yansıması kaçınılmaz.

Karamsar görünen bu tabloda tüm ülkeye umut olan şeyler de oluyor elbette. Krizin muhatabı birçok kişi Akbelen’den Dikmece’ye talana ve gaspa, geleceksizlik dayatmasına direniyor. Zeytinliklerin, ormanların, geçim araçlarının, direnişin, müştereklerimizi savunmanın hepimizi ortaklaştıran o paha biçilmezliğini üretiyorlar.

Bu ortaklaşma her seferinde iktidarın dilinde hedef alınıyor. Hatay Valisi Mustafa Masatlı geçtiğimiz gün CNN Türk’te yayınlanan söyleşide sürmekte olan direnişi kendince gayrimeşru kılma çabasıyla şöyle diyor: “Orada toplanan vatandaşlarımız varsa bunların önemli bir kısmı oralı değil. Dışarıdan geliyorlar. dışardan gelip işi provoke ediyorlar”.

***

Vali bu sözleriyle Dikmece halkının itirazını görmezden gelmekle kalmıyor, aynı zamanda dünyayı kendi yetki alanları ve idari sınırlarından ibaret bir varlık sanan bürokratik aklın her şeyi kendi kontrolünde olduğu ölçüde meşru niteleyen faydacı diliyle mücadele etmek gerektiğini hatırlatıyor.

Aslında bunu hatırlamak için valiye de ihtiyacımız yok. Tarım alanlarının, zeytinliklerin korunması idari temsilcilerin sınırlamaya çalıştıkları gibi bir “dışarısı” tanımlanarak gayri meşru ilan edilemeyeceği kendini, yasaların ihlalinde, aşırı yağışlarda, açlıkta, kuraklıkta… her gün kanıtlıyor. Bu alanların savunusu hepimizin geleceği için elzem olduğu gün gibi ortada. İhlal etmek istedikleri şey de tam orada kendini gösteriyor. Zeytinlikleri koruyan yasa gibi, müşterekleri hepimizin sorumluluğu kılan nitelikleri yok etmek istiyorlar.

Tıpkı valinin açıklamasının devamında ifade ettiği hazine arazileri gibi. Tıpkı depremzedelerin nitelikli ve güvenli barınma koşullarına erişmeleri gibi. Tıpkı üreticilerin geçim araçlarına erişmeleri gibi… Dolayısıyla bugün Dikmece’nin zeytinliklerini savunmanın bir dışarısı olduğu söylenemez. Vali vatandaşın “çok ihtiyacı olmayan” alanlar olduğunu iddia ededursun, zeytinliklere hepimizin ihtiyacı var. Sadece Dikmece için değil, tüm zeytinlikler, müştereklerimizi koruyan tüm yasalar, bilimsel şartlarda temellenen kentsel planlama, temiz çevre ve daha bir sürü şey için.