Ahlaki yönü ağır basan kanuni yükümlülüklerini yerine getirmediğinde kimseyi yasalara uygun davranmamakla suçlamam, bu devlet de olsa ona kanun şöyle diyor demem. Kanun dediğin ne ki; baki olan insanlık. Yine de insan bazen ahlaki düşünüp davranamayan fakat kanunlara uyup uygulayacağına yemin etmiş olanları kanunlarla uyarmak zorunda kalıyor.

Bugün, devlete, özel ilgiye muhtaç engelli vatandaşlarına karşı kanuni yükümlülüklerini anımsatacağız. Aslında buna gerek olmamalıydı; çünkü birey olarak bizlerin engelli vatandaşlarımıza gösterdiğimiz özen ne kadar ahlaki ise devlet için de öyle olması gerekirdi. Ne yazık ki devlet, ahlakın bu temel ilkesine uymadığı için ona yürütmekle yükümlü olduğu kanunu anımsatmak zorunda kalıyoruz.

Anayasanın 41. maddesi “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” der. “Tedbir”den anlamamız gereken ise her türlü yardımı, önlemi alıp bireylerin önündeki engelleri kaldırmaktır. Engeli kaldırmak için engelli yurttaşı güçlendirmenin, başkalarına karşı bağımlılığını asgariye indirmenin yolu hiç kuşkusuz engellilerin eğitimidir.

Fiziksel engelleri ortadan kaldırmak maddi araçlarla mümkün olabiliyor. Bu nedenle engellilerin eğitimi denince akla önce zihinsel engellilerin eğitimi gelir.

Türkiye’de devlet, özel eğitime muhtaç, rehabilite edilebilir zihinsel engelli yurttaşların eğitimi ile ilgilenmiyor. Mesela devletin, okulla işbirliği halinde hizmet veren hiçbir rehabilitasyon merkezi, okulu, öğretmeni yok.

Devlet, engellilerin ebeveynine çocuğunu özel rehabilite merkezine götür ben ona parasını veririm diyor. Benim ahlaki bulmadığım da işte bu. Parayla işin içinden sıyrılmak! AKP iktidarıyla birlikte başlayan içinde duygu olmayan bu uygulama, zihinsel engelli yurttaşları ticaretin pazarlanabilir metalarından birine dönüştürdü. Oysa “tedbir” okuluyla, sağlık ekibiyle, öğretmeniyle birlikte içinde duygu olan bir ortamda ve kamu adına alınmalıydı.

Zihinsel engellilerin eğitimi hakkında saha bilgisi almak için Özel Rehabilitasyon Merkezi öğretmenleriyle konuştum. Burada yazdığım gibi kendilerine de “öğretmen” dediğimde “Hayır MEB bizi öğretmen saymıyor” dediler. Ama siz tamamlama eğitimi yapıyorsunuz hatta öğrencilerinize Türkçe, matematik gibi akademik dersler de veriyorsunuz dediğimde aldığım yanıt “Bu nedenle bize eğitim personeli diyorlar, öğretmen değil!” oldu.

Özel gereksinimli öğrenciler, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinden destek eğitimi alır. Rehabilitasyon merkezlerinde alan mezunları, sertifikalı sınıf ve okul öncesi öğretmenleri çalıştırılır. Kanunun biri onlara öğretmen olduğunu söyler, biri memur, bir diğeri işçi. Anlayacağınız iş yasasıyla ücretlendirilip memur yasasından sorumlu tutulurlar. Mevzuatlara göre MEB adına çalışırlar fakat MEB’in onlardan haberi yok!”

Özel öğretim kurumlarında çalışanların belli bir statüye tabi kılınmaması elbette işletmeciye devletin verdiği teşvik anlamına geliyor: Rehabilitasyon merkezlerinde öğretmenlik yaptırılanlar haftada 40 saat derse giriyor. Daha da kötüsüsü, asgari ücret sözleşmesi imzalatılmasına rağmen maaşları Belirli Süreli İş Sözleşmesi adı altında yatırılıyor. Öyle olunca da herhangi bir sendikaya üye olamadıkları gibi Kıdem Tazminatı hakları da bulunmuyor.

Dünyanın en zor işi ailesinin bile diyalog kurmakta, hayatını kolaylaştırmaka çaresiz kaldığı bireylerin eğitimi olsa gerek. Özel Rehabilitasyon Merkezleri eğer bir eğitim merkezi ise MEB, uzmanlık, özveri ve büyük bir ahlaki sorumluluk gerektiren bu kurum çalışanlarını görmezden gelmemeli. Bu kurumda çalışan öğretmenleri dinlemeli, diğer öğretmenlerin sahip olduğu hakları kullanmalarını sağlamalıdır. Zihinsel engelli bireyler için bir tedbir alınacaksa önce adına eğitim personeli denen öğretmenlerinin sorunları çözülmelidir. Bu, devletin hem yasal hem ahlaki sorumluluğudur.