“Kadın çırılçıplak yatıyordu, boşluğa boş boş bakarak, soluğu belli belirsiz... Bacakları açılmış, hazır. ‘Hep böyle miydi acaba’, diye düşündü Trager, ‘yoksa benden önceki adam çıkıp gitmeden önce özellikle böyle hazırlayıp mı bıraktı?

...Kadına dokundu, teni sıcaktı. Öyle olacaktı tabii, çünkü kadın tam olarak ölü sayılmazdı; vücudu yeterince canlıydı, göğüslerinin altında kalbi atıyordu, soluk alıyordu. Sadece beyni gitmişti, beyninin yerinde şimdi bir senbeyin (sentetik beyin) vardı. Kadın sadece ‘et’ti şimdi, bir cesetsürücü için yönetilecek fazladan bir beden; tıpkı Trager’ın da her gün kükürtten gökyüzü altında çalıştırdığı ‘ceset ekip’tekiler gibi...”

Burası, Yeni Pittsburg’a yakın bir maden bölgesi olan Skrakky’deki bir ‘etevi’ (meathouse); başka cinsellik şansı olmayan ve mastürbasyondan da bunalmış Greg Trager gibi erkekler için, ölü kadın bedenleriyle kurulmuş bir genelev... Skrakky’de bir çok alanda cesetler kullanılıyor ve bunları ‘cesetsürücü’ler yönlendiriyor, ama etevlerinde durum farklı: Ölü kadınların sentetik beyinleri yatağa bağlı bir mekanizmanın yardımıyla doğrudan müşterinin beynine bağlanarak kontrol ediliyor. Yüzde yüz narsisistik zevk garantisi!

Game of Thrones/Taht Oyunları’nın yazarı George R. R. Martin’in 1976 tarihli öyküsü Meathouse Man’de anlatılan bu nekrofilik (ölüsevici) dünyayı çok da uçuk bulduğunuzu sanmıyorum. Büyük ihtimalle Kazablankalı’nın fetvasını anımsamışsınızdır hemen; hani şu Faslı din adamı İmam Zemzemi’nin Mayıs 2011’de kim bilir nasıl bir ihtiyaca dayanarak verdiği fetva: “Eşlerden birinin ölümü evliliğin bittiği anlamına gelmez. Karısı ölen kocanın -veya kocası ölen kadının- ölüm anından itibaren ilk altı saat içinde eşinin bedeniyle seks yapması caizdir...”

Hayatı boyunca 2 binden fazla fetva vermiş 69 yaşındaki Zemzemi’nin nekrofilik dünyayla ilişkisi bu kadar... Gerçi “Açıkça nekrofili fetvası vermiş adam, daha ne olsun!” diyebilirsiniz, haklısınız da. Ama öyle bir dünyada, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, eşinin son nefesinde “Aman, son bir posta daha gideyim bari!” diyecek kadar sapkın bir adamın bile neredeyse masum görünebileceği -çünkü hiç değilse bireysel bir sapkınlık bu- durumlar söz konusu... Hem ‘ölüler’ üzerinden ilerleyen hem de doğrudan toplumu etkileyen bir çok sapkınlık halinin yanında İmam Zemzemi’nin hayretengiz aklı naif kalıyor –bu arada, İmam Zemzemi’nin radikal dincileri kızdıran öyle sıradışı fetvaları var ki, yüzünü Thanatos’tan çok Eros’a, ölümden çok yaşama döndüğü bile söylenebilir; alkollü içeceğe aşeren hamile kadının içki içmesinin caiz oluşu, Ramazan’da oruç tutan hastaların ilaç içmelerinin oruçlarını bozmaması gibi...

Nekrofilinin toplumsal hallerini görmek istiyorsanız Skrakky’ye tekrar buyrun: “Cesetlerin her biri bir kontrol cihazına göre ayarlanıyordu; ‘sürücü’ bu kontrol cihazını takıyor ve düşünceleriyle belirli bir erişim alanında bulunan cesedin aklını kontrol ederek onu sanki ikinci bedeniymiş gibi hareket ettirebiliyordu. Hatta yeterince iyiyse, kendi bedeni gibi...”

Diğer bir çok maden ve çelik kentinde olduğu gibi zavallı Skrakky’nin de üstünü kaplayan atmosfer o kadar zehirli ki, insanlar yeryüzünde ancak özel kıyafetlerle dolaşabiliyorlar. Maden arama ve çıkarma işlerinde de cesetler çalıştırılıyor haliyle -ucuz işgücünün de en ucuz hali!.. Bu ‘ölü işçiler’ meselini de uçuk bulmadığınıza eminim –hem sadece tersane ölümlerinden, maden ölümlerinden, inşaat ölümlerinden, kot taşlama ölümlerinden de söz etmiyoruz; işçileri zombileştirme konusunda elinden geleni ardına koymayan, son olarak Atatürk Havalimanı’nı bir ‘emekçiler mezarlığı’na dönüştürmek için jet hızıyla yasa çıkarabilen bir iktidarımız var; bu hızda bir nekrofiliyle giderse, yakında mottosunu başbakanlık ve bakanlık binalarının duvarlarında bile görebileceğimiz bir iktidar: “En iyi işçi ölü işçidir!”

İmam Zemzemi’ninkinden farklı bir nekrofil portresi çıkarmaya çalışıyoruz ya, Trager’ı ve dünyasını gözlemlemeyi sürdürelim: Madenlerde çalışmayı bırakan Greg Trager önce Vendalia ormanlarına gidip ölü oduncuları sürer, sonra da Gidyon’a geçer. ‘Sülfürik Las Vegas’ diyebileceğimiz Gidyon’da eğlence sektörü, özellikle ‘ölü gladyatör dövüşleri’ çok gelişmiştir; cesetsürücüler burada bir bilgisayar oyunu oynar gibi ölüleri birbirine saldırtmaktadır –aklınıza ‘kirli savaş’ veya 35 kişinin insansız hava araçlarıyla bilgisayar ekranları üzerinden izlenerek vahşice katledilmesi gelmiş olabilir. Olabilir, ama dikkatli olun, bu ülkenin ‘imam’ı böyle şeylerin hesabını soranlara ‘nekrofil diyor…- Trager Gidyon arenalarında çalışmak yerine, nekrofilik iktidarların nedense çok sevdiği hayat dolu bir alanda çalışmaya başlar: Oyunları ceset aktör ve aktrislerin sahnelediği bir tiyatroda…

Böyle bir dünyanın işleyebilmesi için hayatın her alanında ölü sayısının diri sayısından fazla olması gerekiyor. Ama sürekli yeni ölüler üreten, onların sürülmesi için de imamların üçer-beşer sürücü adayı siparişi verdiği bir ülkede böyle sorunları konuşmaya gerek yok tabii…