Tiyatromuzun ve sinemamızın büyük yıldızları… Afife Jale ile Cahide Sonku’nun trajik öyküleri Osman Balcıgil’in romanlarına konu olurken, Bedia Muvahhit sahneye çıkışının 100. yıldönümünde anılıyor.

Sanat dünyası acımasızdır, vefasızdır. Yalnızca bizde değil dünyanın başka köşelerinde de böyle… Belki de sanat değil, hayatın kendisidir acımasız olan. Tiyatronun ve sinemanın nice büyük yıldızı hayatlarının son yıllarını yalnızlık -ve çoğu kez yoksulluk- içinde geçirdi. Bu hayatlar üstüne nice kitap yazıldı, nice film çevrildi. Bu yıldızları hayata bağlayan en önemli şey, ortak tutkuları sanatlarıydı. Pek çoğu -kimi zaman toplumsal, siyasal koşullar ama genellikle ilerleyen yaşları nedeniyle- sanatlarını icra edemediklerinde yaşama sevinçlerini yitirip, toplumdan uzaklaştılar. 

Aralarında daha şanslı olanlar da oldu. Tutkularını, zaaflarını dizginlemesini bilen, gününü yaşamakla yetinmeyip, geleceğe yatırım yapanlar, kumara, uyuşturucuya ya da alkole teslim olmayanlar… Bugün sözünü edeceğim üç büyük oyuncudan ikisi bunu başaramamıştı. Biri ise, duyguları kadar aklını da kullandığından mıdır, yoksa şansı yaver gittiğinden mi bilinmez bu tuzaklara düşmemiş, son günlerinde de dimdik ayakta kalmayı başarmıştı. Onun öyküsüyle başlayalım. 

Tiyatromuzun ve sinemamızın yıldız oyuncularından Bedia Muvahhit, sanat dünyamıza adım attığı 1923 yılından 1975 yılında emekli olana dek iki yüzden fazla oyunda rol aldı. Eğitimli bir ailenin şanslı kızıydı; aile dostları arasında Yahya Kemal, Yakup Kadri gibi yazarlar vardı. Notre Dame de Sion eğitiminin ardından bir süre bir telefon şirketinde çalıştı, ardından Fransızca öğretmenliği yaptı. 24 yaşında Darülbedayi oyuncularından Ahmet Refet Muvahhit ile evlendi. Oyunculuk serüveni 1923 yılında Muhsin Ertuğrul’un “Ateşten Gömlek” filminde ona Ayşe rolünü önermesiyle başladı. Filmdeki diğer kadın rolünde ise -daha sonra Ertuğrul’la evlenecek olan ama ne yazık ki hastalanarak genç yaşında ölen- Neyire Neyir vardı. Aynı yıl, Darülbedayi’nin (şimdiki adıyla İstanbul Şehir Tiyatroları) İzmir turnesinde Mustafa Kemal’in karşısına çıktığında, bir kamu tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın sıfatını kazanıyordu. Turnenin ardından Darülbedayi kadrosuna katılan Muvahhit, emeklilik döneminde de unutulmadı, adına ödüller konuldu. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, hafta içinde, Bedia Muvahhit’i İzmir’de ilk kez sahneye çıkışının 100. yıldönümünde anlamlı bir programla andı. Halil Ünsal’ın dramaturjisini üstlendiği, Ozan Çolak’ın yönettiği etkinlikte, Muvahhit’in İzmir’de Mustafa Kemal’le karşılaşması (“Yarın sizi sahnede görmek istiyorum” der M. Kemal), gece otel odasında rolünü ezberlemesi, oynadığı “Ceza Kanunu”, Varyete Tiyatrosu’nda M. Ertuğrul’un sahnelediği, Muvahhit’în Desdemona rolünü üstlendiği “Othello”dan ve emekliliğinin ardından Pembe Köşk’ün onarılması için düzenlenen bir gecede sahnelenen “Hisse-i Şayia”dan sahneler ve 1980 yılında yazdığı Dünya Tiyatro Günü Bildirisi yer alıyordu. 

Bedia Muvahhit’in sahneye çıkışının 100. yıldönümünün Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne rastlaması bir tesadüf değildi elbette. Cumhuriyet, o güne kadar ne çalışma hayatında, ne de sanat hayatında yer alması mümkün olmayan Türk kadınını hak ettiği toplumsal konuma kavuşturmak adına önemli adımlar atmıştı. Meşrutiyet’le birlikte yaygınlaşan Batı tarzı tiyatrolarda kadın rolleri Ermeni ve Rum kadınlar tarafından üstleniliyordu. Kadınlarımızın özgürleşme sürecindeki bu önemli adımın kutlanması son derece önemli. Keşke, tiyatro sanatımız açısından değeri tartışılmayan Eliza Binemeciyan, Kınar hanım gibi sanatçılarımız da unutulmaya terk edilmese…    

AFİFE JALE

Şimdi, tarih çizgisinde biraz daha geriye gidip, 1914 yılına gidelim. Çünkü o yıl, sahnelerimizde ilk kez bir Türk kadını sahneye çıkıyordu. Afife, Bedia kadar şanslı değildi, çünkü tutucu babası onun tiyatroya yönelmesini yasaklamış, onun tiyatro sevgisini destekleyen annesi ile birlikte kapı dışarı etmişti. Zor koşullarda büyüyen, ama tiyatro tutkusunu hiç yitirmeyen Afife, Darülbedayi’nin birkaç Türk kadınını öğrenci olarak alacağını duyurması üzerine tiyatroya başvurmuş ve sınavı kazanmıştı. İlk kez, Hüseyin Suat Bey’in “Yamalar” adlı oyununda Eliza Binemeciyan’ın yerine sahneye çıktığı gün bir sorun yaşanmadı ama ertesi hafta “Tatlı Sır”da ikinci kez sahneye çıktığında, gericilerin tepkileri nedeniyle oyun yarıda kesildi. Afife Jale adıyla birkaç kez daha sahneye çıktı, ama her seferinde polisler tiyatroyu bastılar. Bir keresinde arka kapıdan kaçabildi, bir diğerinde polislerce yaka paça karakola götürüldü, ağır hakaretlere maruz kaldı. Müslüman Türk kadını sahneye çıkamazdı! Birkaç denemeden sonra, Darülbedayi de bu yasağa boyun eğmek zorunda kaldı. 

Afife Jale. (Fotoğraf: Arşiv)

Müslüman kadınların tiyatro sahnesinde hak ettiği yeri alması kolay olmayacaktı. Ankara TBMM hükümeti kurulmuş, yeni bir toplum yaratma çalışmaları devam ederken bile, tutucu bürokratlar kadınların sahneye çıkmasına izin vermiyordu. Ta ki, Cumhuriyet kurulup, laikliğe ve cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplumsal düzenin inşa sürecinin başladığı 1923 yılına dek… O tarihte sahneye çıkanlar çok daha şanslıydı. Afife onları izlerken acı duyuyordu. Neden kendisinin önü kesilmişti? Neden sahip çıkılmıyordu kendisine? Darülbedayi İzmir’e turneye giderken ekibe dâhil edilseydi, belki de Bedia hanım yerine o çıkacaktı Mustafa Kemal’in karşısına… 

Osman Balcıgil, “Nefesi Tutku Olan Kadın Afife Jale” kitabında Afife’nin trajik hayat çizgisini müthiş bir duyarlıkla anlatırken, tarihsel ayrıntılar konusunda da son derece özenli. Örneğin, Darülbedayi’de ilk Türk kadının sahneye çıkmasını Mustafa Kemal’in talimatına değil, dönemin Darülbedayi yöneticilerinin bu konuda M. Kemal’e yaptıkları ricanın olumlu yanıt bulmasına bağlıyor. Afife’nin ve diğer kadın oyuncuların sahneye çıkabilmesi için çaba harcayan Darülbedayi yöneticilerinin böyle bir taleple Mustafa Kemal’in karşısına gitmesi akla yakın geliyor… Afife’nin yalnızlığa ve morfinmanlığa sürüklenmesi sürecinde kendisine yardımcı olmaya çalışan Fikret Şadi Bey, Burhanettin Bey gibi özel tiyatro sahiplerinin yöneticilerinin varlığını anlatırken, Muhsin Ertuğrul’un onunla ilgilenmemesini vurgulamaktan geri durmuyor.     

Afife, gencecik bir kadın olarak uğradığı polis şiddeti sonucu şiddetli baş ağrıları çekmeye başlamış, gittiği bir doktor onu morfine alıştırmıştı. Onun için “Bir bahar akşamı rastladım size/ Sevinçli bir telaş içindeydiniz” dizeleriyle başlayan bir şarkı yazan Tamburi Selahattin Beyle (Selahattin Pınar) yaşadığı aşk da onu bu iptiladan kurtarmaya yetmiyor…  

CAHİDE

Osman Balcıgil’in yeni kitabı “Kızıl Çengi - Bir Cahide Sonku Romanı”nı okurken, zor dönemlerde sanatçılar arasındaki dayanışmanın ne kadar önemli olduğuna tanık oluyoruz. Tıpkı Afife gibi tiyatro (ve de sinema) sanatına tutkuyla bağlı bir oyuncu Cahide. M. Ertuğrul’un “Bataklı Damın Kızı” ile başladığı sinema hayatında kısa sürede zirveye tırmandı. Hırslı bir kadındı. Oyuncu Talat Artemel’le yaptığı ilk evliliğin ardından, başarıya ulaşmak, istediklerini elde etmek için zengin erkeklerle evlenmeyi seçti; önce bir Ermeni iş adamı, sonra da D.P. iktidarının gözde iş adamlarından İhsan Doruk’la… Muhsin Ertuğrul’un evlenme teklifini geri çevirmeseydi başka bir hayatı olacaktı hiç kuşkusuz, ama onun gözü daha yükseklerdeydi.

Fotoğraf: Arşiv

Cahide filmlerden kazandığı para ve İhsan Doruk’un desteği ile Sonku Film’i kurdu. Sayısız filmde başrol üstlendi. İlk kadın yönetmenimiz oldu (“Fedakâr Ana”).“Vatan yahut Namık Kemal” filminin yönetmen hanesinde Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu isimlerinin yanına adı yazılıydı. Aynı şeyi Atıf Yılmaz’dan istediğinde, Yılmaz karşı çıkınca, filmin künyesinden adını sildi ama Yılmaz’ın açtığı davayı kaybetti. Zeki Müren’le çevirdiği “Beklenen Şarkı” hasılat rekorları kırdı. Erkeklerin ayakkabısından şampanya içtiği, filmlerinin milyonlara ulaştığı günlerden alkolizme uzanan bu serüvende, Nâzım Hikmet’ten Yılmaz Güney’e nice sanatçıyla yolu kesişti… Hepsini Balcıgil’in Destek Yayınları’ndan çıkan bu yeni kitabında bulabilirsiniz. Şahin Kaygun’un “Afife”, Ziya Öztan’ın “Cahide” filmleri, Yiğit Sertdemir’in Darülbedayi’nin 100. yılı için hazırladığı “Hayal-i Temsil” oyunu, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan süreçte sanatçılarımızın çektikleri çileleri gündeme getiren başarılı yapıtlardı. Balcıgil’in romanları da, Afife Jale ve Cahide’nin hayat serüvenlerine gerçekçi dokunuşlarla eğiliyor. Dönemin arka planına ilişkin küçük ama etkili vuruşlarla… Nâzım’ı kaçması için uyaran kişinin Cahide olduğunu biliyor muydunuz? Ben, soluksuz okuduğum bu kitaptan öğrendim. Tüm sanatseverlerin aynı heyecanı duyacağından kuşkum yok.