Panik hayat: Zeytin Ağacı

‘Zeytin Ağacı‘ dizisi izlemesi keyifli ama insan öyle kolay, sihirli bir yöntemle değişebilseydi keşke. Suiistimale açık bir alanı daha da suiistimale açık bir hale getiriyor böyle yapımlar. Kim istemez bir seansta sihirli bir dokunuşla dertlerinden kurtulmak. Özellikle günümüzde, her şeyin kolayına kaçmak isteyenler için mükemmel bir fantezi sunuyor dizi. Sonuçta bir dizi, elbette abartacaklar, elbette fantezilerle oynayacaklar denilebilir.

Asıl üzerine düşünülmesi gereken soru şu: Psikiyatri ve psikoloji, hatta psikanaliz bile, insanı özgürlük ve yaratıcılıkla gelişen bir canlı olarak mı görüyor, yoksa doğal aidiyetimize sâdık kalarak az çok iyi işleyen bir mekanizma olarak mı? İlaç kullanımı da, bir mucizeymiş gibi sunulan telkinler de bu soruya verilen yanıta göre anlam kazanıyor.

Dizideki temel varsayım da, geçmişte saklı kalan travmaların izleri bulunup anlaşıldığında ve kabullenildiğinde her şeyin çözüme kavuşup semptomların, hatta kanserin bile sona ermesi. Gerçekten de işe yarayabilir geçmişteki travmalar üzerine çalışmak, ama çözüm bu kadar basit olabilir mi? Bu tür bir yorumlama ve kabullenme, bastırılan ruhsal enerjiyi serbest bırakmak yerine dondurabilir de. Asıl iyileştirici güç, bastırılmış enerjiyi serbest bırakmak dışında kişide özgür, doğal ve yaratıcı bir enerjinin oluşmasının önündeki engelleri kaldırmak… Bu da tamamen ilişkisel bir perspektifle hayat bulur, Zaman Bey gibi narsist bir karakterin sihirli dokunuşu ya da bir kitabı okuyup aydınlanma yaşayarak değil. Bilinçdışı, yürürlükteki normlara göre yeniden yapılandırılması gereken sosyokültürel kalıplara uyum eksikliği veya yetersiz adaptasyondan daha çok henüz gerçekleştirilmemiş bir enerji potansiyeli olarak düşünüldüğünde bir çözüm üretilebilir. Sadece hayatta kalmak için değil, henüz bilmediğimiz ama hayatımızı daha anlamlı ve renkli bir biçimde yaşayabilmemize olanak verecek olan kendi potansiyelimizi keşfetme ve ortaya çıkarabilmemize neden olacak bir yaklaşıma ihtiyaç var.

MUTLU OLMA ZORUNLULUĞU

Bu tür dizilerin de beslediği ana yaklaşım, kendini gerçekleştirme ideolojisi ve mutlu olma zorunluluğu. Eğer bu olmuyorsa depresyon kaçınılmaz. Kendini gerçekleştirme, gerçekten de günümüz kişisel gelişim endüstrisi açısından ideolojik bir mesele olarak karşımıza çıkar. Bu ideolojik yaklaşıma göre bir insan neden depresyona girer, çünkü psikolojik sorunu vardır. Geçmişten getirdiği bir travması ya da sahip olduğu eksikliği... Bütün sorunlar bireye ve onun psikopatolojisine havale edilmiştir. Siyasi ya da kültürel hiçbir mesele yoktur sanki. Başarılı olmak seçilmiş kişilerin işidir, seçilmiş kişi olmak içinse önce buna inanmak, davranışlarınızdan düşünme biçiminize kadar her şeyi var olan koşullara adapte etmeniz gerekir. Kişisel gelişim endüstrisi tam da bu noktada devreye girerek sizi bir makineyi programlar gibi yükleme yapmaya başlar. Günümüzde anksiyete sorunlarının bu kadar tavan yapmasının nedenleri arasında bu yüklemenin olduğu bir gerçek. Anksiyete, içsel bir çatışma olduğunun işaretidir çünkü, bu tür yüklemeler çatışmayı kalıplara indirgeyip kişiye özgü çözümler üretemediği için artma eğilimi gösteriyor. Berardi, ‘Ruh İşbaşında‘ adlı kitabında şöyle yazmıştı: “Panik, doğanın sonsuzluğu karşısında kendimizi ezilmiş hissettiğimizde, dünyanın yarattığı sonu gelmez uyaranları bilincimizde algılayamadığımızda yaşadığımız bir histir. Sözcüğün etimolojisi Yunancada var olan her şey anlamına gelen pan sözcüğünden gelir. Aynı ismi taşıyan tanrı, ziyaret ettiği fanileri pençesine alan ulvi, harap edici bir deliliği beraberinde getirir.”

Toplumsal açıdan, tüm enerjilerin bir diğeri üzerinde egemen olmak için harekete geçirildiği rekabetçi bir toplumda hayatta kalmanın artık yeterli hazırlığa ve becerilere sahip olmakla bir ilgisinin kalmadığı görüşünde Berardi. Artık sürekli bir sorgulama içindeyiz. Bütün bu hap gibi bilgilerle dolu farkındalık pazarlamacısı TV dizileri ve kişisel gelişim endüstrisinin propagandası, hayatta elenmemek için kendimizi acilen yeniden düzenlememiz gerektiğini dayatıyor, yoksa ödüllü bir cerrahken işimizden olabiliriz. Bu da panik üzerine kurulu bir hayat anlamına geliyor, sürekli hayatta bir şeyleri kaçırdığına inanan ya da her an yarışma dışı kalacağı korkusuyla depresyon eşiğinde hayatlar süren insanlara dönüşüyoruz. Bu tür yapımlar ve kitaplar da insanların bu arayışlarını suiistimal edip sorunu sosyal ve siyasal bağlamdan kopararak tam da dayatılan gerçekliğe hizmet etmiş oluyorlar.