2022’nin sihirli, provokatif filmleri
Aftersun. (Fotoğraf: IMDb)

2022’nin bitmesine sayılı günler kaldı ve aslında Oscar sezonuna yaklaşırken pek çok güçlü filmi daha izleme fırsatı bulacağız ancak geçen Akademi Ödülleri’nden itibaren bu yıl içerisinde izlediğim filmler arasından benim için öne çıkan ve ödül sezonunda adaylıklarını duyacağıma inandığım beş filmi sizlerle paylaşmak istedim.

SİHİRLİ BİR FİLM

Bu senenin en sevdiğim, duygusal etkisi en sihirli filmi Charlotte Wells’den “Aftersun.” Kişisel bir filmin herkes için kişisele dönüşebilmesi sihir gibi bir şey bana kalırsa. Bu filmi de eleştiri mahiyetinde yazmaktan imtina ediyorum ve en son buna yakın bir duyguyu “A Ghost Story” filmini izlediğimde derinden hissetmiştim hatta o film hakkında da yazmak istememiştim. Aftersun ayrıca bir yanıyla, seyircisini yoğun duygu yükü taşıyan yaşanmış olayları kişisel bellek aktarımlarıyla inceleyen “I’m Thinking of Ending Things”in şahitliklerine de götürüyor. Ama çok farklı bir yerden. Hani bir koku gelir burnumuza ve kadrajını tam sınırlayamadığımız, ışık ve renklerin yardımıyla bazı görüntüler belirir beynimizin içerisinde ve gözümüzü sıkıca kapatırız, ardından bu hayal meyal görsel parçacıklar siyahlığın içerisinde ışıltılı solucan benzeri mikroorganizmalarla birleşir ve o resmi tam yakalayamasak da görmüş gibi hissederiz. İşte “Aftersun” sineması ile bunu başarıyor. Çok derin ve kişisel bir yerlere uzatıyor sihirli değneğini. Bu senenin bu anlamda yani sineması ile yaşanmışlıkları ve zaman içerisinde silinmek üzere olan hayatımızdaki önemli kişileri, anları, duyguları bir anlığına olsun görünür kılmaya çabalıyor. Zihnimizde hayal kostümleri ile dolaşan yakalamak istediğimiz bu hatıraları beyazperdede görünür kılma gayretinin insanı delirtebilecek yanını yumuşatarak seyirciye pas atıyor. Bazı filmlerde bana ait olmayan bir anın parçacığını izleyip de, o sahnenin bende nasıl bu kadar duygusal bir etki bırakabildiğini hiçbir zaman anlayamayacağım sanırım. Aftersun’da küçük kız Sophie'nin babasıyla o an yaşanan bir anı, video kameradan yakalayarak o anı, anıya o an çevirmesi yıktı geçti. Hem mutlu hem hüzünlü bu filmi antidepresanınızı içtikten sonra izleyin derim. Ocak başında Mubi’de yayınlanacak.

PROVOKATİF VE MUSALLAT OLAN

Bu senenin provokatif, feminist tarihsel kurgu filmi Marie Kreutzer’den geldi; “Corsage.” Finali ile hiçbir zaman unutulamayacak güçte olan filmlere eklendi diyebilirim. Bavyera Düşesi Elisabeth’in epey kurgusal hikâyesini konu eden film, Vicky Krieps’in inanılmaz oyunculuğu eşliğinde aslında zincirlerini kırmak isteyen bir kadının depresif hikâyesini anlatıyor. İmparatorluğun katı sistemi içerisinde, ataerkil bir dünyadaki tarihi kadın figürlerinin isyan eden portrelerinin, bugünün kadın problemlerine atıfta bulunarak anlam üretmesi bana artık her ne kadar kolaycılık gibi gelse de, zamanının ötesinde ruh taşınan özgürlük isteyen tarihsel kadın olgusunda takılı kalınması sıkmış olsa da, bu filmin fazlasıyla kurgusal olması bu can sıkan notlarımın üzerini çizmeme yardım etti. Elisabeth’in psikolojik olarak derin bir hezeyan içerisinde olması ile bugün çoğumuzun hissettiği “yüzde otuzum ile bu andayım yüzde yetmişim kopuk” duygusu fazlasıyla tanıdık, öyle değil mi? Sizler de öyle hissediyor musunuz? Sisi olarak tanınan Bavyera Düşesi Elisabeth’nin, insanların bilişsel işlevlerinin zorlanması durumu olarak tanımlanan ‘beyin sisi’ semptomlarını hatırlattığını söyleyebilirim. Her şeyin rüya gibi gelme hissi, yorgun ve halsiz hissetme hali, kararsızlık, güne mutsuz başlama duygusu, bizlere bağlanabiliyor. Bu da filmi ve Vicky Krieps’in olağanüstü canlandırdığı ana karakterini bu noktadan bizlerin bugününe epeyce yaklaştırarak zamansızlaştırmayı başarıyor. Ne yazık ki filmin Türkiye vizyon tarihi ertelendi ve hâlâ belirsiz. Senenin, izledikten sonra insanın düşüncelerine en musallat olan filmi ise benim için Martin McDonagh’nın “The Banshees of Inisherin” isimli filmi oldu. 3 Şubat’ta Türkiye’de vizyona girdiğinde daha detaylı bahsedeceğim filmden. Ancak sadece şu kısmını şimdilik söyleyeyim; Hayvanları bu kadar seven film az bulunur. McDonagh her karesi ile, anlam yaratan her olay örgüsü ile hayvanların insanın hayatta kalmak için tutunabildikleri en büyük güç olduklarını gururla göstermiş. Bu fikre katılmamak mümkün değil!

EN ‘HOLLYWOOD’LAR

Oscar sezonunda pek çok adaylık gelecek olan iki safkan Hollywood filmi de öne çıkanlar arasında. Bu senenin, bir ikon hakkında yeni bir şeyler söyleyen tek filmi Baz Luhrmann’ın “Elvis”i oldu. Elvis’e sinemasal dünya içerisinde gönül borcunun ödendiği, süper kahramanlık pelerininin giydirildiği bu film için Luhrmann’a teşekkür etmeliyiz. Her adımı milyonlar tarafından neredeyse ezbere bilinen bir kültür ikonunun hayatını kim neden izlemek ister derseniz, bunun cevapları Luhrmann’ın hikâyeyi anlatış biçiminde, filmin dinamik yapısında, görkemli sinematografisinde yatıyor diyebilirim. Bu senenin en ‘klasik Hollywood filmi’ olarak gövde gösterisini Top Gun: Maverick yaptı. Bunca yıl aradan sonra gelen bir devam filminin ilkinden daha iyi olabileceğini de ilk kez görmüş olduk. Hollywood aksiyon filmlerinde, yeşil ekran önünde çekilen kaotik, takibi imkânsız görüntülere boğulan seyirci için Top Gun Maverick bugün aslında Hollywood sinemasının ne olduğunun ve ne olması gerektiğinin altını çizmiş oldu.