Geleneği bozmuyor ve bazı film önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak önerilerden ziyade kendi sezgilerinize güvenin ve risk alarak olabilecek en tuhaf filmlere biletlerinizi alın derim.

En keyifli kısmına geldik nisan ayının. Çünkü sinema kültürünün yaygınlaşmasına ve sinemaseverlerin çeşitli türlerde ve tarzlarda filmlerle buluşmasına olanak sağlayan İstanbul Film Festivali başlıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 17-28 Nisan arası düzenlenecek olan 43. İstanbul Film Festivali, dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler ve genç yeteneklerin son filmlerinin de aralarında olduğu 132 uzun ve 12 kısa metrajlı filmden oluşan zengin bir program sunuyor. Festival, 12 gün boyunca, film gösterimlerinin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yapılacak söyleşiler, özel gösterimler ve etkinliklerle dolu kaliteli günler yaşatacak. Ulusal ve uluslararası yarışma kategorisi filmlerini ilerleyen zamanlarda konuşmak üzere diyerek, her sene yaptığım gibi bu sene de geleneği bozmuyor ve bazı film önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak önerilerden ziyade kendi sezgilerinize güvenin ve risk alarak olabilecek en tuhaf filmlere biletlerinizi alın derim. Büyük stüdyo prodüksiyonlarından farklı ve daha cesur, deneysel veya sıra dışı bir bakış açısına sahip olması gereken festivaller bu arayışın en merak uyandırıcı kaynakları değil midir zaten?

THE EMPIRE / İMPARATORLUK

“Kuzey Fransa'nın sakin ve küçük bir köyü, gezegenler arası imparatorlukların şövalyeleri arasında gizli bir savaş alanı haline gelirse neler olur?” diye soruyor, filmin Fransız yönetmeni ve senaristi Bruno Dumont. Filmleri genellikle sıra dışı temalar ve karanlık imgelerle ayırt edilen yönetmen, Fransız kırsalında geçen, sıra dışı karakterler ve toplumsal gerçekliklerle dolu filmleriyle tanınır. Dumont'ın tarzı, sıradan ve sıkıcı görünen karakterlerin derin psikolojik karmaşıklıklarını ve insan doğasının karmaşıklığını keşfetmeye odaklanır. Yönetmenlik kariyerine 1997'de "La vie de Jésus" (Jesus'ın Hayatı) adlı filmiyle başlayan Dumont, bu filmiyle büyük beğeni kazanmıştı. Ardından "L'humanité" (İnsanlık) ve "Flandres" gibi çeşitli filmlerle uluslararası alanda tanındı. Dumont'un tarzı, Fransız Yeni Dalgası'nın etkilerini taşır ve genellikle sıra dışı sinema tarzına yatkın olduğundan dolayı hem övgü hem de eleştiri alır ve bazıları için anlaşılması zor veya gereksiz bulunabilir. Ama festivaller tam da bu filmler için değil midir?

APOCALYPSE CLOWN / KIYAMET PALYAÇOSU

Sıra dışı bir kara komedi olan filmin posterinde “Dünya bittiğinde eğlence başlar” yazıyor. Gayet çekici bir iddia. Filmde, bir grup perişan palyaço, sözde bir güneş patlamasından kaynaklı olarak elektrik kesildiğinde ve her şey kaosa dönüştüğünde, kendilerini günü kurtarmak (ya da mahvetmek) için bir planın ortasında buluyorlar. Kasıtlı olarak aptalca gözüken filmleri seviyorsanız bu film eğlenceli gelebilir. Ayrıca İrlanda'nın ilginç ve tuhaf sinema deneyimleri ortaya koyduğunu görmek güzel değil mi sizce de? Filmin İrlandalı yönetmeni BAFTA adaylığı da bulunan George Kane. Kendisi en çok zaman yolculuğu temalı komedisi “Timewasters" adlı televizyon dizisinin yönetmenliğini yapmasıyla tanınıyor.

PET SHOP DAYS

Dört dalda Oscar adaylığı alan “Dalgıç ve Kelebek” filminden tanıdığımız sanatçı ve yönetmen Julian Schnabel’in oğlu Olmo Schnabel’ın ilk filmi festivalin umut vaadeden filmlerinden. Olmo Schnabel’in Z kuşağına dair yeni bir bakış açısı göstereceğine dair inancım var. Schnabel'in New York’ta geçen bu ilk yönetmenlik denemesinde, iki bohem delikanlının, uyuşturu ile onları tavşan deliğinden aşağı gönderen aşklarını izleyeceğiz.

HIT MAN

Festivalin büyük prodüksiyonlu filmlerinden olan “Hit Man” hemen herkesin listesinde yer alacaktır çünkü filmin yönetmeni Richard Linklater. Bağımsız filmcilik ve Amerikan klasik sinemasının dışındaki temaları işlemesiyle tanınan Linklater'ın en bilinen işlerinden biri, Ethan Hawke ve Julie Delpy'nin başrollerini paylaştığı "Before" üçlemesi. Ayrıca Linklater'ın 12 yıl boyunca gerçek zamanlı olarak çektiği "Boyhood" (2014) filmi de büyük beğeni toplamıştı hatırlarsanız. Sıra dışı yaklaşımı ve karakter odaklı anlatım tarzıyla sinema dünyasında öne çıkmış olan yönetmenin, gizemli bir kiralık katili konu aldığı “Hit Man” filmi dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı olarak yapmıştı. Eğer bilet bulamazsanız aklınızda olsun film 7 Haziran’da Netflix’te yayınlanmaya başlayacak.

SEVEN VEILS

Ermeni-Kanadalı bir film yapımcısı ve yönetmeni olan Atom Egoyan’ı, sinema dünyasında özellikle karmaşık hikâyeleri ve karakter odaklı filmleriyle tanıyoruz. Zamanın yapısını ve belleği araştıran kimlik, hafıza ve ilişkiler gibi temaları ele alan Egoyan'ın filmleri genellikle izleyicilerine düşünce provokasyonu yapan, sıradışı hikâyeler sunar. Kendine özgü bir sinema tarzı ve hikâye anlatma yaklaşımı olan Egoyan’ın yazıp yönettiği son filmi “Seven Veils”, Atom Egoyan'ın 1996'da sahnelediği Salome operasına dayanıyor. Bu bilgi, filmin temelini ve ilham kaynağını anlamamızı sağlaması açısından önemli. Egoyan’ın bu operayı gerçek hayatta yeniden sahnelemesi ve bunun günümüz kültüründe ne anlama geldiğini sorgulaması oldukça ilginç bir konsept gibi görünüyor. Toronto Film Festivali'nde prömiyerini yapan film izleyiciye değişik bir deneyim sunan bir yapım olabilir.

BONUS FİLM/LER

Yazının en başında da dediğim gibi festivaller, sinemanın sınırlarını zorlayan, alışılmadık tarz ve konuları ele alan filmleri göstermek için önemli bir platformdur. O yüzden, son olarak benim en çok merak ettiğim ve görmeyi istediğim filmden kısaca bahsetmek istiyorum; festivalin “Cinemania” kategorisinde yer alan “Return To Reason” (Akla Dönüş). İsmini ünlü dadaist sanatçı Man Ray tarafından 1923 yılında çekilen 3 dakikalık kısa filmden alan ve orijinal müzikleri SQÜRL'e (Jim Jarmusch ve Carter Logan) ait olan dört Man Ray kısa filminden oluşan bu antoloji; L'étoile de mer (1928), Emak-Bakia (1927), Le retour à la raison (1923) ve Les Mystères du Château du Dé (1929) filmlerini içeriyor. Bu sessiz kısa filmleri sinema ekranında izleme deneyiminin çok çarpıcı olacağını düşünüyorum. Soyut imgelerin, geometrik desenlerin ve çılgınca montajların bir araya geldiği bir kolaj niteliği taşıyan Man Ray’in kısa filmlerinde kullandığı rastgele nesnelerin, cisimlerin ve gölgelerin bu gerçeküstü deneyimi kaçırılmamalı. Ayrıca dönemin dadaist felsefesini ve sanat anlayışını yansıtan "Return to Reason” isimli kısa filminin, Man Ray'in dadaizmin sınırlarını zorlayan ve sanatsal ifadenin geleneksel kalıplarını sorgulayan çalışmalarından biri olarak kabul edildiğini de eklemek isterim. Diğer ilginizi çekebilecek bonus filmler ise; Riverboom, Stop Making Sense, Sweet Dreams, The Persian Version. Hepinize iyi festivaller!