Bu ülkede, 1945’te çok partili yaşama geçildikten sonra işbaşına gelen tüm iktidarların oluşmasında, ABD’nin, az ya da çok etkili olduğu ya da iktidarları şöyle ya da böyle belirlediği bir gerçektir.

Aynı süreç, bugün, değişik bir düzlemde ve nitelikte de olsa yaşanıyor.

Hafta içinde İspanya’da yapılan NATO toplantısı Türkiye-ABD ilişkileri açısından da çok önemliydi. Toplantı, diğer sonuçları tartışıladursun şu önemli sonucu verdi: Yapılacak seçimlerde ABD Erdoğan ile devam edecek.


TÜRKİYE’NİN GÖREVİ

Daha önce Sovyetler Birliği düşmanlığı üzerine yerleşmiş bulunan Türkiye-ABD ilişkilerinin, 1990’da Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte değişik bir döneme girdiği biliniyor.

Soğuk Savaş’tan sonra ABD tarafından Türkiye’ye verilen ana görev, “Ilımlı İslamcı” yönetimiyle tüm İslâm ülkelerine örnek olmasıdır.

Bu yaklaşım, bir ara ABD Merkezi İstihbarat Örgütü-CIA 2. Başkanı olan ve “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabını yazan Graham Fuller, tarafından özetleniyor. Fuller, İslâm’ın Batı dünyası tarafından toptancı bir tutumla terörist sayılmasının yanlış olduğunu belirtiyor; Ilımlı İslâm’ın Türkiye’de demokratik yoldan iktidar olabileceğinin ve böylelikle demokratikleşmenin gerçekleşeceğinin altını çiziyor. Daha da ileri giden Fuller, “Laikliği savunan ya da seküler ideolojiler demokratikleşmeyi başaramadılar” diyor (The Future of Political İsâm, 2003 kitabının tanıtım notu).

Yanlış okumadınız; Fuller, Türkiye’nin, demokratikleşmesini Cumhuriyet’in değerini savunanların başaramadığını özenle öne sürmekle kalmıyor, bu ülkede demokratikleşmenin Ilımlı Siyasal İslam ile gerçekleşebileceğinin de altını çiziyor.

Yakından bakılırsa kolayca görülür ki, AKP, ABD tarafından oluşturulan doğrudan ve dolaylı katkılarla desteklendi ve 20 yıl önce iktidara geldi.
Bugünün ana sorusu, ABD’nin, AKP’ye yönelik bu tutumunun değişip, değişmeyeceğiydi. Madrid-NATO toplantısı yakınlaşması ABD’nin Erdoğan ile yola devam edeceğini kanıtladı.

“ONU ALMA BENİ AL” MUHALEFETİ!

Altılı Masa muhalefetinin kimi sözcüleri, NATO toplantısında alınan kararları ülkemizin çıkarları açısından uygun bulmuyor ve Erdoğan’ı eleştiriyor.
Ancak, konu ABD’nin Türkiye politikasının odağı olan “örnek ülke” görevi olunca, iş değişiyor. Ana muhalefet, CHP, ABD’ye, uzunca bir süredir, baskılara başkaldıran seçkin sanatçılarımızdan Sezen Aksu’nun o güzelim sözleriyle, sanki “onu alma beni al” diyor.

Daha önce NATO’yu “demokrasinin güvencesi” olarak gören CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçen hafta bu yönde büyük bir atılım(!) yaptı. Kılıçdaroğlu, önce, İstanbul’da katıldığı Türk Ocakları’nın İstanbul Şubesi’nin 27 Haziran’da düzenlediği toplantıda Siyasal İslâm’ın ülke içi sorunlarını irdeledi ve İslâm’a göre olmasını istediği yönetimin özelliklerini özetledi. Şöyle dedi:

“İslam hangi gerekçe ile olursa olsun adaletsizliğe, eşitsizliğe izin vermez. İslam hangi gerekçe ile olursa olsun kayırmacılığa, denetimsizliğe, otoriterliğe izin vermez. Günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin kaynağı adaletsizliktir. Dolasıyla günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin tek çözümü de adalettir.”

Bu sözleriyle Kılıçdaroğlu, bir taraftan İslâm adına konuşma konusunda her nasılsa kendisini yetkin görüyor; diğer taraftan da, üstü kapalı bir biçimde AKP iktidarını, adını vermeden, “gerçek İslâm budur” düzleminde eleştiriyordu. Ertesi gün grup toplantısında, Kılıçdaroğlu, Siyasal İslâm bağlamındaki görüşlerini uluslararası düzleme taşıdı. Şöyle dedi: “İslam dünyasına örnek olmak zorundayız.”

Erdoğan’ın karşısına Altılı Masa muhalefetinin adayı olarak çıkmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve Türkiye’nin neden bu nitelikte bir zorunluluğu olduğunu açıklaması gerekirdi. Bunu yapmadı, İslâm dünyasına nasıl örnek olacağımızı anlatmak için tam bin yıl öncesinden, XI. Yüzyılın düşünürü Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig kitabında yer alan üç yönetim ilkesini, sıraladı: “paranın değerinin korunması, adil yasa çıkarılması, ve yol kesenlere engel olunması.”

Kılıçdaroğlu’nun Orta Çağ’a özgü ilkel kavramlarla çıkışının ülke içinde ve dışında yaratacağı sonuçları göreceğiz. Ancak, bir görev isteği özelliği taşıyan bu görüşlerin ne CHP ne de Türkiye için hiç de yararlı olamayacakları, büyük ve çok ağır AKP deneyinin de kanıtladığı gibi, çok açıktır.

Bütün bu olumsuzluklara karşın vurgulanması gereken tarihsel bir gerçek var: Türkiye seçmeni, eninde sonunda, ABD’nin seçimlerini ve görevlendirmelerini kesinlikle reddederek, insanın, bedeniyle ve aklıyla özgürleşmesinin temeli olan Cumhuriyetin değerlerini daha güçlü bir demokratikleşme ile tamamlamanın yolunu mutlaka bulacak, bu kutsal görevi kendisi yapacaktır.