Bu hafta 2. Basımı yeni yayımlanan “Cumhuriyet Çağdaşlaşmasından Günümüze Türkiye’nin Değişimi” (Remzi Kitabevi) çalışmamdan giderek kimi olguları ele alacağım. 

Amacım kitabın düşünsel temellerini özetlemek ve buradan Cumhuriyet’in II. Yüzyılına asıl taşınması gerekenin neden Köy Enstitüsü bilinci olduğuna açıklık kazandırmaktır. 

GELİŞMENİN NİTELİĞİ 

Çalışmanın dayandığı gerçek, insanlığın gelişmesinin tarihsel doğrultusunun “özgürleşme yönünde” olduğudur. 

Eğer nesnel olarak incelenirse kolayca kanıtlanır ve anlaşılır ki, insanlığın gelişme doğrultusu özgürleşme yönündedir. İnsanoğlu, özgürleştikçe daha çok ve daha nitelikli üretiyor; ürettikçe de aklıyla ve bedeniyle özgürleşiyor. Günümüzde ise üretimde bilgiyi ve teknolojiyi kullanabildiği oranda gelişiyor. 

Osmanlı’nın özellikle son yüzyılında bu yöndeki çabalarının da katkısıyla, Cumhuriyet, yüz yıl öncesinde, insanlığın gelişme doğrultusunu bu topraklarda yaşama geçirme kararlılığı gösterdi. 

Bu köşede de sıkça vurgulandığı gibi Cumhuriyet bir “değerler bütünüdür”: İnsanlığın gelişmesinden süzülüp gelen egemenliğin gökten yere indirilerek halkın olması; hukukun üstünlüğü, üreterek özgürleşme,  eşitlik, bilimin yol göstericiliği ve yurtta ve dünyada barış. Hukukun üstünlüğü kurumlaşmayı; eşitlik yalnız kadın-erkek eşitliğini değil, kamu yönetiminin, ülkenin gerçek ve tüzel kişilerine, dil, din, ırk ve etnik köken ayırımı yapmadan eşit davranması gerektiğini ve bilimin yol göstericiliği laikliği içerir. 

Çok önemli ancak toplumsal olarak bir türlü tam olarak kavranmayan bir gerçek var:  bu değerler birbirinden beslenir; tarihsel gelişmeler kanıtlıyor ki bunlardan biri olmayınca diğerleri de yaşayamıyor. 

Bu verilere dayanan Cumhuriyet Çağdaşlaşmasından Günümüze Türkiye’nin Değişimi, altı ana bölümden oluşuyor: “Cumhuriyet Çağdaşlaşmasının Dayanakları; Aşınma Başlıyor; Özgürlüğün En Güzel On Yılı 1961-1971; Faşizmin Yollarında; AKP Türkiye’si mi? ve Nasıl Bir Türkiye?” 

Olabildiğince bilimsel araştırmalara ve belgelere dayanan çalışmanın “en güçlü” yönlerinden biri II. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte başlayan ve özellikle 1945 sonrası, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 1990’lardan geçerek günümüze dek, üzeri karartılmış olan ve bu nedenle de çok, ama çok az bilinen “ABD etkisini” olabildiğince ayrıntılı ele almasıdır. Dün Kızıldere Katliamı’nın 52. yıldönümüydü. Bu çalışma, faili meçhul cinayetlere de ayrıntılı yer veriyor. 

BİTMEYEN BORÇ 

Çalışma, 1950’de Beşikdüzü Köy Enstitüsünde üç yılı,  Çifteler-Yunus Emre Öğretmen Okulu’nda da kalan üç yılı tamamlanan parasız-yatılı eğitimden, Rize Lisesi,  Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi,  ABD’de  burslu ekonomi doktorası ve oradan ODTÜ’de öğretim üyeliğine uzanan halkın parasıyla elde ettiğim, eğitim olanağının borcunu ödeme çabasıdır. Bu nedenle kitabın geliri merkezi İzmir’de olan ve başta çıkardığı İmece Dergisi, her enstitüyü tanıtan kitapları, her yıl verdiği Aydınlanma Ödülü olmak üzere yaptığı etkinliklerle Köy Enstitüsü kimliğini canlı tutmaya çalışan Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ne bırakılıyor. Bu arada 2. basımı büyük bir titizlikle gerçekleştiren başta Yayın Yönetmeni Ömer Erduran ve Yayın Koordinatörü Öner Ciravoğlu olmak üzere Remzi Kitabevi’nin emekçilerine ve burada adını sayamadığım diğer katkı yapanlara teşekkür ederim.  

Yazdığım kitaplar ve Aralık 1992’den bugüne her hafta hiç aksatmadan okuduğunuz haftalık yazılarım, bir bakıma birer borç ödemesidirler. 

Ancak, Köy Enstitüleri söz konusu ise,  doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili on binler gibi biliyorum ki, bu borç ödemekle bitmiyor. 

Bu nedenle,  eğer, Cumhuriyetin I. Yüzyılından II. Yüzyılına taşınması gereken onca olgudan yalnızca birini seçmem gerekirse, bir an duraksamadan Köy Enstitülerini seçerim. 

Çünkü Köy Enstitüleri Cumhuriyetin değerlerinin bir bütünlük içinde somutlaşan biçimidir; “bilgiyi üretimde kullanmak başta olmak üzere her türlü “yaratıcılık kültürünün” adıdır. Enstitülerin kurucusu Hasan Ali Yücel’in eşzamanlı olarak gerçekleştirdiği dünya klasikleri çevirilerinin Önsöz’ündeki sözleriyle, asıl olan “insan aklının dogmalardan kurtulmasıdır”. Bu çok önemli düşüncenin ürünü olan Enstitüler, ülkeyi  “kendi insanıyla, kendi içinden ve üreterek  dönüştürmek ve özgürleştirmektir” 

Hiç kuşku yok ki, 2024’ün Türkiye’si 1940’ın Türkiye’si değildir. Köy Enstitüleri nesnel bir gerekliliğin ürünüydü; bugün ülkenin küresel denizlerde daha fazla batıp boğulmadan yüzebilmesi için Cumhuriyet’in II. Yüzyılında  “bilimsel ve teknolojik yenilik” ekseninde bir özgürleşme süreci yaşama geçirilmelidir.