Türkiye, her anlamda bir travmalar ülkesi. Travma, istikrarlı, düzenli ve anlamlı bir varoluşun mümkün olacağına dair görüşü ortadan kaldırır. Artık sadece güç ve gücün mucizeleri vardır (acımasız iyimserlik) ya da şans ve şansın dehşeti (acıması kötümserlik)… Tıpkı ‘Squid Game' dizisinin gösterdiği gibi. Sahici bir politika anlayışı, ancak acımasız iyimserliğin ve acımasız kötümserliğin ötesinde var olabilir. Bunun için de, bebeklik ya da çocukluk döneminde yaşanan hayal kırıklıklarından üstesinden nasıl geliyorsak, aynı şekilde bizi tutacak/çevreleyecek başka bir topluluk ve irade yaratmamızdan geçiyor. Winnicott, bizi hayal kırıklığına uğratan bakım verenin (ya da bizi tutan, kuşatan koruyucu çevrenin) yerine başka birini koyabilmemizin öneminden bahsetmişti.


GÜÇ MUCİZELERİ

İktidar tarafından hayal kırıklığına uğratılmış bir seçmen kitlesi olduğu ortada. Bu kitlenin yeni bir bakım veren yerine geçecek iradeyi yaratabilmesi, ancak travmalarını ve hoşnutsuzluklarını ortaya koyup kabul edebilecekleri bir alanın oluşmasıyla mümkün. Sosyal medya başta olmak üzere, hoşnutsuzlukların dile getirilmesinin engellenmeye çalışılmasının asıl nedeni, hoşnutsuzlukların paylaşıldığı böylesi bir alanın ortaya çıkmasının her şeyi değiştirebileceğinin biliniyor olması. Eğer bireyler, kendi travmaları ve hoşnutsuzluklarıyla baş başa kalırlarsa, bunları paylaşamazlarsa acımasız iyimserlik ya da kötümserlik arasında bir tercihte bulunup ya iktidarın güç mucizelerine kendilerini bırakacak ya da şansına küsüp her şeyden uzaklaşacak… Döviz kurlarındaki o ani düşüş, bu ‘güç mucizeleri’nden biri olarak gösterilmiş ve kopan bir kısım seçmen kitlesini geri döndürebilmişti.

Aslında hayal kırıklığı, olgunlaşmanın, büyümenin bir parçası, doğal bir sonuç. Siyaset de hayal kırıklığından bağımsız bir alan değil, hatta tam tersine itici, geliştirici bir güç. Siyasetteki ‘yanlış tanıma’yı tanıyabileceğimiz bir alana izin verilmiyor oluşu, bugünkü iktidarın siyaset karşıtlığının ana motivasyonunu oluşturuyor, geçmişten bu yana. Aslında siyasetin önü açılabilse, bu kamplaşmaların neden olduğu ölçüsüz özdeşlikler de yıkılıyor olacak. Liderle özdeşleşme durumu, demokrasiler için her zaman olumsuz sonuçlar doğurmuştur.

ENTEGRASYON

Birkaç yazıdır Winnicott’a geniş yer veriyor oluşumun nedeni, aslında o ve benzeri psikanalistlerin bireysel çözümlerden çok toplumsal alanla ilgili de yoğun bir çaba içinde olduklarının altını çizmek. Onlardan alabileceğimiz çok fazla bakış açısı var. Winnicott, BBC’deki radyo programları gibi çeşitli araçlarla halka ulaşma çabası içinde oldu her zaman. En net söylemek istediği şeylerden birisi, kamusal alanın sadece kolektif iradenin oluşumuna hizmet etmediğini, aynı zamanda öznenin kendisini gerçekleştirdiği bir alan da olduğunu iddia etmesiydi. Bu gerçek göz önünde bulundurularak siyaset yapılırsa, siyaset, ekonomi, felsefe ve kültürün birbirine entegre olup bireylerin toplum içinde daha korunaklı bir biçimde gelişmesi mümkün olur, bireylere yeterince iyi bakım verilecek koşullar oluşur. Winnicott’un görüşlerinin merkezinde bu yüzden ‘entegrasyon’ yer alır. Entegrasyon, değişkenliği, ucu açık bir bütünleşmeyi ima eder aynı zamanda. Bireylerin yıkıcı ve yapıcı arzularını rahatlıkla ortaya koyabilmeleri, kendi hakiki kendiliklerini yaşayabilmelerinin önkoşuludur aynı zamanda. Toplumları yaşatacak şey, bütün bu arzuların canlılığını koruyabileceği esnek sınırları yaratabilmeye hizmet eden bir siyasi anlayışın egemen olabilmesi.