Altı yaşında bir kız çocuğumun evlendirilmesi korkunç ötesi bir durum. Kendi anne babası nasıl kıyabildi, nasıl bir akil tutulması yaşadılar, nasıl böylesi bir kötülüğün parçası oldular? Meseleyi çeşitli boyutlarıyla ele alan epeyce bir yazı kaleme alındı, ama benim dikkatimi çeken daha çok karşı karşıya kaldığımız bu acımasızlık ve kötülüğün çıkış noktası. Nasıl oluyor da bir kült tarikatın üyeleri, tarikat liderinin acımasızlığına ve kötülüğüne karşı insani bir tepki gösteremiyor? Aslında kült tarikatlarda görünen bu özellik, bazı siyasi yapılarda da, hatta bilim ya da sanat çevrelerinde ve gruplarında da farklı düzeylerde gözlemlenebilir. İlla dini bir yapı olması gerekmiyor, ama dini bir yapıda çoğunlukla bireyleşme bütünüyle dışarıda bırakıldığı için daha uçta örneklere rastlamak da kolaylaşıyor.

BÜYÜLÜ DÜŞÜNME

Bu acımasızlık, idealizasyon kavramıyla açıklanabilir belki. En bilinen ve en çok üzerine kuramsal yaklaşım geliştirilen örneklerden biri olarak Hitler‘i gösterebiliriz, Büyülü düşünmeye, yani fantezi gerçekliğe göre şekillenen idealizasyonlarda nesne ilişkileri devre dışı kalır ve benlik ilişkisel değiş tokuş yaşayamadığı için de kendisini yenileyemez. Örneğin kült tarikatlarda lider ile müridi arasındaki ilişki tek taraflıdır, lider ne yaparsa yapsın doğrudur, bir bildiği vardır, çok sıkışırsa büyülü düşünmeye uygun bir açıklama getirerek örneğin bir sınavdan geçtiğini söyleyerek işin içinden çıkabilir. Büyülü düşünmede, yaslandığı fantezi gerçekliğe göre her konuda herkesi ikna edebilecek bir gerekçe üretilebilir. Mürit, zaten muhtaç hissettiği büyülü düşünceyi sürdürebilmek için aşırı bir şekilde savunmacı bir tavır içindedir, Bu tavır, apaçık görünen bir gerçeği inkâra kadar uzanır. Örneğin böyle biri kolay kolay öfkelenemez, öfkesini ifade edemez, lider onun yerine öfkelenir, o kendisini sadece bir uzantı olarak deneyimler, varoluşsal sorumluluğun bütün yüklerinden kurtulmuştur. Mürit, benliğini tüketecek kadar aşırı özverilidir, hırsları solmuştur ama bir yandan da mükemmeliyetçidir, ötekileştirdiği kişilere gizli ya da açık bir biçimde küçümseyerek bakar, çünkü o mükemmel bir gücün uzantısıdır, kendi iradesinden vazgeçip yüce bir iradeye bağlanmıştır ve bu yüzden üstündür, ama aynı zamanda bağlandığı iradenin karşısında da aşağıdadır ve bundan keyif alır. Ama içselleştirdiği mükemmeliyetçiliğin ve iradesini başka birisine teslim etmenin bir sonucu olarak yaratıcı kendiliğinden mahrum kalmıştır ve başkalarıyla sahici bir yakınlık kuramaz, bu yüzden benliği yenilenip güçlenemez, büyülü düşünceler içinde kaybolur. Bireyleşmiş modern biri için, bu tür insanları anlamak zordur. Mürit için de aynı şey geçerlidir, kendi özgür iradesine göre yaşayan biri bencilliğe ve kötülüğe yakındır, kolayca ayartılabilir.

ANLATI KATILIĞI

Acımasızlığın ortaya çıktığı yer, kült yapı içerisinde iradesine el konulmuş ve tecrit edilmiş kişinin, baktığı dünyayı karalayan, kibirli ve her şeye gücü yetiyormuş gibi görünen liderin iradesiyle bütünleşmesidir. Bu bütünleşme, her tür ikircikliğe, karşı anlatıya ve karşı görüşe karşı kapalı olmayı gerektirir; hayal kırıklıklarına izin verilemez. Acımasızlık, bu ‚anlatı katılığı‘mda ortaya çıkar. Böyle kişilere hakikati gösteren en çarpıcı ve derin yorumları yapsanız bile çoğu zaman işe yaramaz, daha doğrusu yorumlamanın sürekliliği sağlanamaz. Örneğin şöyle der: “Doğru söylüyor olabilirsin, ama ben haklıyım.” Haklı olmanıza izin verirse, bütün benliğini bağladığı o ‚mükemmel oluş‘u yitirecektir çünkü; gerçeğe değil, büyülü düşünmeye ihtiyacı var. Onun acımasızlığına ya da gerçeklikten uzak olmasına dair yapılan yorumlar ya görmezden gelinecek ya da saldırı olarak ele alınacaktır.
Bu meselenin çözümü, ancak büyülü düşünmenin tuzaklarından uzak yaratıcı kendiliği teşvik eden bir tutumla sağlanabilir. Aileden eğitim sistemine kadar uzanan geniş bir alan içinde olup bitenler, geleceği belirleyecek. Gerçek dünyayı çarpıtmadan olduğu gibi yaratıcılık kaynağı olarak gören siyasi, sanatsal ve bireysel yaklaşımlar gerçeklikle bağımızı güçlendirip bizi geleceğe taşıyabilirler. Ama hiçbir şey, altı yaşında bir kız çocuğunun evlendirilmesini açıklayamaz yine de. Rapor veren doktordan da, şikayeti takip etmeyen devlet görevlilerinden de, olup biteni seyredip sesini çıkartmayanlardan da hesap sorulamadığı sürece, bu ahlaki çürümüşlük toplumu ve gelecek kuşakları zehirler.