Dağların başındaki köyler, vadilerin içindeki kömler, uçurumların ucundaki mezralar xanelerden oluşurdu. Bu xaneler, evvelden bir baba bir anadan doğma yedi sekiz çocuğa sahiplik ederdi, son dönemde şehirleşme, modernlik, geçim sıkıntısı, doğum kontrolü falan derken çocuk sayısı bire ikiye düşüverdi. Önünde boy boy, yaş yaş çocukların, köpeklerin, kedilerin fink attığı xaneler sessizleşti. İnsansız bir xane şen değildir, sesin olmadığı yerde bereket olmaz çünkü.

Osman’ın, Arap tarihinde altına, sefahate, zenginliğe, ihtişama en düşkün halife olduğu söylenir. Hz. Muhammed, Arap toplumunun liderliğini, Osman’ın mensubu olduğu Ümeyye klanından söküp almıştı almasına ama, peygamberin ölümünden sonra, çok kısa bir süre içinde Osman, Müslümanların halifesi seçilmişti. Ümeyyeler, ünvanlı aristokrat olmak istiyordu, halifelerinin başta devletin kasasını, sonra ise ulufe gibi dağıtılacak tüm kadroları istiyorlardı. Osman’ın dinine bağlılığından kuşku duyulamazdı ama kendi kanından olanlara, xanesine düşkünlüğüne parmak ısırılırdı. Orduda üst kadrolar, valilikler, müdürlükler, sorumluluklar hep Ümeyyelere gitti. Osman dönemi lüks tüketim dönemiydi, ilk defa büyük bir saray Osman döneminde inşa edildi, ülke dışından yiyecekler, hatta aşçılar getirildi. Hz. Osman xane ile yetinmiyordu, bir xanedanlık istiyordu, o yüzden kendisinden önceki halifelerin kullandığı Hz. Muhammed’in Muavini unvanını reddetti, kendisine yeni bir unvan aldı: Allah’ın Muavini.

Yüzyıllar sonra bizim buralarda kurulan Osmanlı Xanedanı adını Hz. Osman’dan alır. Neyse efendime söyleyeyim, bizim Osmanlı’ya varmadan evvel Ümeyyelerle, pardon şu Emevilerle ilgili mevzuya tekrar döneyim. İslam’da ilk xanedanlığı, yaklaşık yüz yıl sürecek bu Ümeyyeler, yani Emeviler kurdular. Osman, xanedanını akrabalarına çok doru at, iki nehir arası sulak toprak, pek çok ayrıcalık tanıyarak genişletti, artık yeteneğin, becerinin, eğitimin, cesaretin, gözüpekliğin, yani bugünlerin deyimiyle liyakatın hiçbir önemi yoktu, Ümeyye xanedanından olmak tüm kapıları açıyordu. Mezopotomya’nın adıyla alay edilir oldu, buraya artık Ümeyyelerin Çiftliği deniliyordu.

Emeviler xanedanlığı yalnızca Hz. Hüseyin ve taifesine Kerbela’da yapılan muamelelerle anılmadı. Muaviye, ondan sonra oğlu Yezit, kötülüğün pardon xanedanlığın tarihini yeniden yazdılar. Haksızlık, iltimas, yolsuzluk olayları, hapsetmeler, sorgusuz sualsiz cezalandırmalar, yargısız infazlar patladı. Kamu kaynaklarına haksız el atmalar, her bakir toprağı istimlak etmeler, dolan kasayı tez zamanda boşaltmalar bu xanedanlığa damgasını vurdu. Muaviye, bu savurganlığa ve zulme muhalefet eden Hz. Ali’yi anlamak yerine, camilerde ona lanet okunması için ferman bile yayınladı.

Emeviler Arap olmayan hakları ikinci sınıf, insan olmayan insanlar olarak bakıyordu. Emeviler, İslam’ın eşitlikçi yönünü görmezden geliyor, Arap olmayan tüm gruplara ikinci sınıf yurttaş muamelesini reva görüyorlardı. Çoğu, Emevilerin ağır vergilerinden kurtulmak için Müslüman olan halklar ise bu xanedanlıktan eşitlik ve dolayısıyla vergilerden kurtulma talep ediyorlardı. Bu talepti, Emevilerin sonunu getiren de.

Şu geçen hafta boyunca, sadece Hz. Osman’ın adından feyz almayan, işlerinden de esinlenen kanlı xanedanlığın bilmem kaçıncı varisi su ada başta, İstanbul’un pek çok zenginliğini doymaz bir iştahla ve açıkça geri istedi, ayol biz neler çektik şu Cumhuriyetten deyiverdi. Bu savurganlığı ve zulmüyle ünlü xanedanın bir varisinin, bir referandum öncesi başını kaldırması ve bu yazının ucunu ta Emevilere kadar götürmesi tarihin bir cilvesi olsa gerek.

Mardin’de doğan, köklerinin nereden geldiğini dahi bilmediğimiz, sormadığımız, merak bile etmediğimiz, ama aldığı eğitimin hakkını vererek Mülkiye’ye hoca olduğuna kısacık bir ömürde tanıklık ettiğimiz Ahmet Murat Aytaç’ın bir xanedanlık başını kaldırmışken, bir geceyarısı KHK’siyle sorgusuz sualsiz işten atılması, tarihin günümüz versiyonuna ait bir cilvesi olmalı.

Becerinin, başarının, aklın, liyakatın yerine eğer bir kandan olma geçerse, damatlar, kayınlar, aynı genden ve ideolojiden gelenler devlete atanırsa, emekle orayı hak eden Aytaç kapı önüne konulursa, zaten orada eşitlik, demokrasi ve Cumhuriyet değil Hanedanlık var, demektir. Sonu da yakındır elbet.