Büyük sermaye çevrelerinin “işin bitti artık medresene dön” dedikleri zaman kurtulacaklarını sandıkları İslamcı kadro, “hayır şimdi sıra bizde” diyor. Dahası, eline geçirdiği devlet gücünü rejimi dönüştürmek için kullanıyor. Ancak tabandaki çözülme önlenemiyor.

AKP ‘fraksiyon’ partisi oldu

Türkiye’yi islamcı totaliter bir rejime doğru sürükleyen Erdoğan-AKP iktidarı, klasik burjuva yönetimlerinin temel özelliği olan, egemen sınıf ve güçlerin ortak çıkarlarını temsil etme özelliğini de artık yitirmiş durumda. Kendi dar ideolojik hedeflerine kilitlenen ve MHP ile ölümcül bir ittifak kuran AKP liderliği, söz konusu temsiliyete olanak sağlayan bütün ortak zeminleri imha etti. AKP artık, egemen sınıf ve güçler içinde sadece bir kliğin, dar bir fraksiyonun partisi ve iktidarıdır.

Batıcı diye nitelendirilebilecek Cumhuriyet burjuvazisinin de, başlangıçta emekçiler aleyhindeki bütün ayıplı işlerini yaptırdığı, özelleştirme yağmasının sürdürülmesini sağladığı AKP iktidarını terk ettiği görülüyor. Çünkü, bu iktidarla artık işinin bittiği anlaşılıyor.

Nitekim, TÜSİAD’ın bu hafta yapılan genel kurulunda yeniden aynı görevlere seçilen levanten kökenli Genel Başkan Simone Kaslowski ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşmalarında, “Cumhuriyet, laiklik, kadın hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesi” gibi alanlara yaptıkları özel vurgu; büyük sermaye kesimlerinin rahatsızlığının açıkça ifade edilmesinden başka bir şey değildir.

Ancak, büyük sermaye çevrelerinin “işin bitti artık medresene dön” dedikleri zaman kurtulacaklarını sandıkları bu İslamcı kadro, “hayır şimdi sıra bizde” diyor. Dahası, eline geçirdiği kamu/devlet gücünü rejimi dönüştürmek için etkin bir araç olarak kullanıyor. Siyaset sınıfının “göreli özerkliği” olgusunu unutmamak ve siyasal dinamiklerin tarihin bazı dönemeçlerinde bağımsızlaşarak etkin bir dönüştürücü araç haline gelebileceğini bilmek gerekiyor. Türkiye böyle bir dönemden geçiyor.

RÜKÜŞ BİR SINIF ORTAYA ÇIKTI

İslamcı hareket, iktidarda olmanın bütün gücünü kullanarak, kurmayı hedeflediği rejimin sınıfsal ve toplumsal temelini tahkim etmeye yöneliyor. İktidar, Cumhuriyet’ten geriye kalan kurumları imha etmeyi, içini boşalttıklarını ise yeni kadrolar ve anlayışla doldurmayı sürdürüyor. Bu amaçla, yeni bir muhafazakar-dinci zenginler sınıfı yaratma işini hızlandırıyor. Bunu büyük ölçüde başardıkları da gözleniyor. Ancak ortaya, yeni bir rejim kurma yeteneği, birikimi, görgüsü ve bilgisi olmayan rüküş bir “sınıf” çıkıyor.

İşte giderek derinleşen krizin esas olarak, siyasal ömrünü dolduran İslamcı iktidarın, tarihsel ömrünü uzatmak için bütün koşulları zorlamasından kaynaklandığı söylenebilir. Bir türlü aşılamayan bu gerilim alanının sürekli kriz ürütmesi kaçınılmazdır.

EMPERYALİZM BİR İÇ OLGUDUR

Analizi derinleştirirken, “emperyalizmin bir iç olgu” olduğu gerçeğini atlamadan ilerleyebiliriz. Bu bağlamda; ABD ve Batılı emperyalist ülkeler de, daha önce bölgedeki bütün kirli işlerini gördürdüğü, örneğin “Genişletilmiş Ortadoğu” ve “Ilımlı İslam Projesi” diye ifade edilen stratejik siyaset planlamasında taşıyıcı güç olarak kullandığı AKP iktidarını, artık gözden çıkarmış görünüyor. Bunun iki nedeni bulunuyor: Birincisi, siyasal İslamcılık bütün dünyada yüz kızartıcı bir iflas yaşadı, böylece ‘Genişletilmiş Ortadoğu Proesi’ çöktü. İkincisi, kendi dar İslamcı programını hayata geçirmeye yönelen AKP iktidarının, öngörülemez, iki yüzlü ve güvenilmez olduğu anlaşıldı.

Bu nedenle ABD ve Batı, bir dönem iktidara gelmesine büyük katkıda bulundukları AKP’yi desteklemekten vazgeçti. İktidar kudretini yitiren AKP, onlar için artık kullanışlı bir araç olmaktan çıktı. Ancak, Türkiye içinde anlamlı bir siyasal alternatif oluşturulamadığı için, Batı zoraki de olsa AKP ile işbirliğini sürdürdü. İşte, “alternatifsizlik” durumunu sürdürmeye çalışan AKP iktidarı, yeniden ABD’nin ve Batı’nın güvenini kazanmaya çalışıyor. Onların bütün “kirli işlerini” görmeye devam edebileceğini anlatmaya uğraşıyor. Joe Biden yönetimini bir ölçüde ikna ettikleri ya da en azından kısa bile olsa zaman kazandıkları da anlaşılıyor.

Bu nedenle MHP ile yolları ayırdıklarında bunun maliyetinin ne olabileceğini hesaplamaya, sonuçlarını tartmaya çalışıyor.

İKTİDAR ARTIK YÖNETEMİYOR

AKP iktidarı artık ülkeyi eskisi gibi yöneteme yeteneğini yitiriyor. Bu nedenle giderek sertleşiyor ve devletin şiddet aygıtlarını (adliye-polis) daha sık, etkin ve hukuk dışı yöntemlerle kullanıyor. AKP lideri Erdoğan, cumhurbaşkanlığı makamında olmasına karşın bu nedenle sürekli olarak kutuplaştırıcı ve kendi cephesini konsolide edecek bir gerilim siyaseti izliyor.

Ancak, bu siyaset de AKP tabanındaki çözülme ve dağılmayı önlemekte yetersiz kalıyor. O nedenle, Koronavirüs salgınının giderek yıkıcı bir boyut kazanmaya başladığı bir dönemde, hastalığın yayılması göze alınarak AKP kongreleri bir gövde gösterisine çevriliyor. Taşıma kalabalıklarla ve ciddi bir önlem alınmadan tıklım tıklım yapılan AKP kongreleri, ne partinin ne de iktidarın tükenişini durduramıyor.

Türkiye, İslamcı entelijensiya ve muhafazakar-dinci yeni zenginlerden oluşan oligarşik bir grubun eline geçti. Bu takıma MHP ve faşist siyaset sınıfı da katıldı. İşte AKP iktidarı, daha önce de ifade ettiğim gibi, artık küçük bir azınlığın, diğer bir ifade ile bu İslamcı-faşizan oligarşinin temsilcisidir. Çünkü, geleneksel iktidar blokunu (emperyalizm, cumhuriyetçi/batıcı sermaye, asker-sivil yüksek bürokrasi ve büyük toprak sahipleri) dağıtan AKP iktidarı, yeni bir iktidar bileşimi oluşturamadı. Aslında bu boşluk, Bahçeli-MHP ekibinin takfiyesine karşın devam ediyor.

Geleneksel iktidar güçleri ve cumhuriyet sınıfları, türkiye’nin çağdaş dünyadan ve 21. Yüzyıldan koparılmasının yaratacağı felaketi istemiyor. Ancak, bu kesimler çözüm üretememenin yol açtığı tuhaf bir çaresizlik durumunu da aşamıyor. Bu tablo, ülkedeki toplumsal ve siyasal krizi daha da derinleştiren bir rol oynuyor.

Diğer yandan AKP, İslamcı-muhafazakâr sermaye çevrelerinin tümünü temsil etme yeteneğini de kaybetmiş bulunuyor. Sadece Fethullahçı sermayenin tasfiyesi değil, AKP liderliğiyle uyum içinde olmayan İslami cemaatler de dışlanıyor. AKP, “Cami cemaati”ni bile bölüyor. Toplumsal desteği hangi düzeyde olursa olsun bilinmelidir ki, Devlet Bahçeli’nin güven vermeyen desteğine karşın, Erdoğan artık yalnızdır. AKP, tıpkı amblemindeki ampul gibi havada asılı ve altı boş durumdadır.

İDEOLOJİK MÜCADELE ERTELENEMEZ

Bugün demokratik ve tarihsel sorumluluk, İslamcı-faşist hareketin ülkeye el koyma hamlesini durdurmaktır. Bunun için entelektüel, kültürel, siyasal ve ahlaki insiyatifi yeniden ele geçirmek gereklidir. Dolayısıyla, ideolojik mücadele ertelenemez ve yakıcı bir görevdir. Öyle ki, “aman bize din düşmanı derler” ya da “sakın osmanlı karşıtı gibi görünmeyelim gibi yaklaşımlar, yenilmeye mahkumdur.

Hiçbir iktidar kendiliğinden yıkılmaz. Ne kadar güç kaybederse kaybetsin iktidarlar, onu almaya istekli başka bir siyasal ve toplumsal güç tarih sahnesine çıkmaz ve yönetimi almak için gereğini yapmazsa el değiştirmez. O nedenle, “aman provokasyona gelmeyelim” ya da “kavgacı görünmeyelim” diyerek ülkeyi kazasız-belasız seçimlere götürmek mümkün değildir. Siz isterseniz, onun için mücadele eder ve kavga verirseniz, kararlı olursanız ülke de iktidarın el değiştireceği görece adil bir çeme götürülebilir.

Unutlmasın ki, yaklaşık 20 yıldır toplumun yüzde 50’sinden fazlası bütün baskı, tehdit, satın alma, baştan çıkarma ve kuşatma girişimlerine karşın AKP iktidarına teslim olmadı. Dahası, her dönem geliştirdiği çeşitli araç ve yöntemlerle direnme yolunu seçti: üstelik, etkin ve yol gösterici bir önderlik ve liderlikten yoksun olduğu halde. Bir olgu niteliğindeki bu durum ülkenin en büyük şansıdır.