Bundan on beş yıl önce, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde seçmenler sabık 57. Hükümet ortakları Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’ni ağır bir şekilde cezalandırmıştı. Bundan en çok yararlanan ise İslamcı hareketteki bölünme sonrası kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olmuştu. AKP, kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra katıldığı ilk genel seçimde seçmenin %26’sının, sandıktan çıkan geçerli oyların da %34’ünü alarak Meclis’te %65 çoğunluğu ele geçirmişti. Özellikle doksanlı yıllarda çoğunluğu zayıf koalisyon hükümetleri tarafından yönetilen ülkemiz, o günden bu yana çok partili hayata geçişten sonraki en uzun tek parti iktidarını yaşıyor.

AKP öncesi Türkiye’de büyük ölçüde kamu eliyle yürütülen ve en göze çarpan özelliği siyasi iktidarlar tarafından özelleştirmenin gerekçesini oluşturabilmek amacıyla yetmez hale getirilen bir sağlık sistemi mevcuttu. Her geçen gün sistem daha da fazla yetmezliğe girmekte ve başta hastane önlerinde uzayıp giden kuyruklar, yatış ve ameliyat için uzun bekleme süreleri olmak üzere sağlık hizmetleri vatandaşların büyük şikayetlerine sebep olmaktaydı. Nitekim 3 Kasım 2002 seçimlerinde seçmenlerin 57. Hükümet ortaklarını cezalandırmasının nedenlerinden biri de sağlıktaki başarısızlığı olmuş, dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş nezdinde cisimleşen tepki sandığa da yansımıştı.

•••

Aslında sağlıkta işlerin iyi gitmediği uzun süredir hemen bütün siyasetçiler tarafından kabul ediliyor ve çare de aranıyordu. Tabii ki bu arayış bu siyasi partilerin kendi sınıfsal, ideolojik tercihleri doğrultusunda oluyor ve yollar her seferinde IMF-Dünya Bankası patentli “Sağlık Reformu”na çıkıyordu. Bu konudaki ilk çalışmalar seksenli yılların ikinci yarısında ANAP hükümetleri döneminde başlatılmıştı. Özellikle 1990’ların ilk yarısındaki Doğru Yol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Parti koalisyon hükümeti döneminde, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna bu konuda büyük gayret sarfetmiş, ancak bütün bu “reform” çabaları bir sonuca varamadan akamete uğramıştı.

Başlıca bileşenleri “Genel Sağlık Sigortası”, “Aile Hekimliği”, “Hastane İşletmeleri” olan ve kendinden önceki hükümetlerin bir türlü gerçekleştiremediği “reform”u hayata geçirmeyi AKP başardı.

•••

Eski SSK hastanelerimiz çoktan tarihe karıştı; 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirmesi Hakkında Yasa’nın ürünü sağlık ocakları sahneyi aile hekimliklerine terk etti; doktorların küçük sermayelerini birleştirip kendi emeklerini koyarak kurdukları eski usul tıp merkezlerinin, küçük özel hastanelerin yerini büyük sermaye gruplarının kurduğu AVM misali devasa özel hastaneler aldı; eski devlet hastanelerimiz öylesine birer işletmeye döndü ki, bir ara yöneticileri için “Başhekim” sıfatı bile taşınmaz hale gelip CEO taklidi “Hastane Yöneticisi”ne dönüştü; eskinin makbul hekimi “Hipokrat yeminli doktor”un yerini ise “Ön muhasebeden anlayan doktor” aldı.

Siyasi iktidar tarafından Sağlıkta “Dönüşüm” olarak adlandırılan bu programın hekimlik mesleğine yansımasını ise dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan özetledi: “Doktor efendi dönemi bitti!”

•••

Bu satırlar memleketimizin hala daha elden abonelik geleneğini devam ettiren nadide Bolşevik yayın organı Toplum ve Hekim dergisinin son sayısından.

Bu sayıdaki dosya “AKP’li 15 Yılın Bilançosu”.

Metin Çulhaoğlu on beş yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi bugün getirdiği çelişkiler yumağını…

Ekin Değirmenci, Elif Karaçimen, Ahmet Haşim Köse AKP’li yıllarda Türkiye ekonomisini…

İrfan Kaygısız AKP iktidarında çalışma yaşamındaki gelişmeleri…

Zeliha Aslı Öcek AKP döneminde Türkiye’de birinci basamak sağlık hizmetlerinin başkalaşma öyküsünü…

Celal Emiroğlu işçi sağlığı ve güvenliği politikalarının son on beş yılda nasıl dönüştüğünü…

Özlem Özkan sağlık emek gücünün AKP ile geçen on beş yılını yazdı.

Onur Hamzaoğlu ile bana da dosyanın eş editörlüklerini yapmak düştü.

Devamı önümüzdeki sayıda gelecek.

Sadece bir dönemin muhasebesini yapmaya değil, aynı zamanda bu dönemin kapanması için mücadele edenlerin dağarcığına mütevazı bir katkı yapması dileğiyle.