Arabadan hamile kalmak

Kimileri tarafından, yetenekli olduğu düşünülen bir yönetmenin filmi Titane. Cannes Film Festivali’nde Spike Lee Altın Palmiye’yi bu filme uzattıktan sonra malum sebeplerle bu senenin hakkında en çok konuşulan filmi oldu. Filmin baş karakteri Alexia zor bir karakter ve seyirci bu ana kahramanı izlerken doğal olarak Alexia ile ilişki kurabileceği anları bekleyip duruyor. Ama filmde böyle bir an yok. Zaten filmin tümünde herhangi bir mantık bulmak, duygusal bir motivasyon bulmak mümkün değil. Çünkü yok. Haliyle film hakkında bunca tumturaklı söz duyunca, insan kendine soruyor, sinemanın ne zaman iyi senaryodan, iyi hikâye anlatımından vazgeçtiğini ve de bir şeyin tuhaf olmasının onu iyi yapmaya ne zaman yetmeye başladığını.

ROBOT KATİL

Yönetmenliğini Julia Ducournau’nun yaptığı, başrollerinde Agathe Rousselle’in Vincent Lindon’ın yer aldığı filme mantık aramadan bakalım bir de. Nihayetinde bir arabadan hamile kalınan bir filmden bahsediyoruz. Arabadan hamile kalma mevzusunun bir travmayı cinselleştirerek sembolize ettiğini ve Alexia’nın titanyum omurgalı doğan çocuğunun da nesiller arası aktarılan travmayı ima ettiğini düşünebiliriz. Onu yetişkin halinde, içi makinaya dönüşmüş sebepsiz cinayetlerini robot gibi davranışlar sergileyerek işlerken gördüğümüzde Alexia’nın neler yaşadığını hiç bilmediğimizden video klip izler gibi izliyoruz bu havalı sahneleri. Tek bildiğimiz, onun, insanlarla ve babası başta olmak üzere ebeveyniyle sağlıklı ilişki kurma sorunu olduğu. Ama şunu söyleyelim Alexia kesinlikle trajik bir karakter değil. Korkunç bir hayatın kurbanı gibi de durmuyor. Bu anlamda yönetmen hiçbir şekilde ilişki kurmanın mümkün olmadığı katil bir ana karakter yaratmayı amaçlamışsa bunu oldukça başarmış.

AİLE VE YAŞLANMA

Adım adım gidelim zaten sürpriz kaçıran olabilecek bir meselesi bence yok bu filmin. Temel hikâyesinde çocukken geçirdiği araba kazası sonrası kafasına titanyum plaka takılan Alexia büyüyünce arabalarla sevişen bir dansçı olmuştur. Ve Alexia arabadan hamile kalır, sonra ailesini ve insanları öldüren bir Alexia görürüz. Başlangıçta bu cinayetler için bir sebebi var gibi gelir ama masumları da öldürdüğünü görünce anlarız ki bunun için de sebebi yoktur. Bu da onu aslında bir anlamda seri katil yapar. Neden seri katile dönüştüğü ise meçhuldür. Ki bana kalırsa yönetmen için de durum böyle. Ardından Alexia kaçak olarak koşturmacası başlar ve Vincent ile tanışır. İşte film bu noktada yön değiştirir. Alexia’nın Vincent ile tanışmasından sonra film, baba-oğul, aile, yaşlanma, cinsel kimlik ile ilgili karışık bir hikayeye kayar. Oğlunun yokluğunun acısını atlatamamış, yaşlanma ile problemi olan Vincent, Alexia’yı oğlu olarak benimsediğinde ikisi de bunun gerçek olmadığını bilmelerine rağmen, bu rolleri oynamaya devam ederler. Bu da bize aslında güçlü bir bağ kurmak için kan bağının tek enstrüman olmadığını gösteriyor olmalı. Tabii film bunu oldukça sapkın bir yolla yapıyor. Ancak bu denli çarpık bir ilişkide bile anlık hassasiyetlerin olması film açısından bir nebze umut verici diyebilirim. Kısacası bütün tuhaflıkları unutup baktığımızda film insan dramı ve aile ile ilgili diyebiliriz.

BODY HORROR

Titane filmini bir yanıyla, korku alt türlerinden olan “body horror” olarak ele aldığımızda ilk akla gelen isim mutlaka ama mutlaka, klasik anlatının rotasyonunu değiştirebilmiş, vizyon sahibi özgün yönetmen David Cronenberg’dir. Sinemasal dramaturjiyi çok iyi bilen ve filmlerinin ilk saniyesinden itibaren atmosfer yaratabilen Cronenberg’in J. G. Ballard romanından uyarladığı Çarpışma filmini izlemediyseniz mutlaka izlemelisiniz. Tuhaf film nedir ancak ondan sonra konuşabiliriz. Şöyle söyleyeyim, tuhaf filmleri severim ama tuhaf ve iyi filmleri daha çok severim. Bu tür filmlerle ilgili sorum şu olur: Yönetmen kendi kurallarını kendi yaratan ve kendi kurallarına bağlı kalan bir evreni seyircisinin önüne koyabilmekte mi koyamamakta mı? Bu tarz filmlerin biçemi ile metni arasında, seyirci açısından en azından okunabilir bir davetiyesi olması gereklidir. Titane filminin yönetmeninin böyle bir derdi olduğunu hiç sanmıyorum. Yönetmenin ilk filmi Raw en azından bir aşk hikâyesiydi, bir devamlılık vardı, sahneler bir hedefin parçaları gibiydi. Bu filmde ise çoğu sahne yönetmen tarafından sadece “tuhaf” olana yakın dursun diye yer alıyor gibi geldi. Ayrıca yönetmenin röportajlarından edindiğim izlenim de durumun bu yönde olduğu.