Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2017 yılında geçerli olacak asgari ücreti belirlemek için 6 Aralık’ta toplanacak.

Her asgari ücret tespit dönemi geldiğinde sermaye ve hükümet tarafından artık alışılageldik basmakalıp açıklamalar ve telkinler yapılır. Ekonominin asgari ücrette nitelikli bir artışa uygun olmadığı, asgari ücrette hakkaniyetli bir artışın ekonomiye ne kadar zarar vereceği türünden açıklamalar… Sanırsınız ki, bugün ne yanından tutsanız elinizde kalacak mevcut ekonominin tek sorumlusu işçilerin ücretleri. Henüz süreç başlamadan bu açıklamalardan biri Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’ndan geldi. Geçtiğimiz yıl hatırlanacağı üzere hükümet asgari ücreti 1300 liraya çıkarmıştı, bu artışa zorunlu kaldı demek daha doğru.

Öncesinde yapılması istenen asgari ücretin ekonomi üzerinde ne denli bir yük olacağına ilişkin söylemlerin ardından, 7 Haziran seçimleri öncesinde muhalefetin tutumuyla 1300 liraya zorunlu kalmıştı. Müezzinoğlu da geçen yıl yapılan bu artışa sitem ederek, 1300 liranın işvereni ne kadar zorladığına dikkat çekiyor ve şunları söylüyor: “Burada yalnız asgari ücretteki artış değil, istihdamın bütününde bir maliyet artışına sebep oldu. Önümüzdeki yıl da yine yılbaşı itibariyle taraflarla görüşmeleri yapacağız. Özellikle üreticimizin, sanayicimizin, ihracatçımızın dinamiklerinin aksamadan, rekabet gücünü zayıflatmadan tam aksine rekabet gücüne de destek vererek, dünya pazarında daha güçlü olmalarını arzu ediyoruz”. Bilindiği gibi Müezzinoğlu’nun bahsettiği o ihracatçı ve sanayicinin elinde kalan rekabet gücü emek maliyetleridir ve anlaşılmakta ki bu yıl ‘geçen yılın zararı telafi edilecek’. Bu tavrın daha somut halini Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Büyükekşi ortaya koyuyor: “Bu sene geçen seneki zammı da gözeterek, enflasyonun altında bir rakamla geçen senenin dengelenmesini gündeme getirmek istiyoruz.”

Bu söylemler eşliğinde asgari ücret artış oranlarının belirleneceği sürece giriyoruz. Baştan adını koyalım, adil ve demokratik bir toplu pazarlık süreci değil bahsettiğimiz. Bu süreci hükümet ve işveren ağırlıklı olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu yürütüyor. Toplu bir pazarlık ortada yok, izlediğimiz sadece işveren maliyetlerinin ne kadar asgari ücreti tolore edebildiği tartışması.

Asgari ücret sadece asgari ücretlinin meselesi değil
Şüphesiz asgari ücret resmi olarak yaklaşık 6,5 milyon asgari ücretliyi ve ailesini doğrudan etkilese de tek başına sadece bir ücret kategorisi değil. Tüm çalışanların ücretlerinin belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılabildiği gibi, esas olarak bir ülkede, işçilerin ve emekçilerin yaşamlarını insan onuruna yaraşır bir düzeyde sürdürebilme haklarının yasal olarak korunmasıdır asgari ücret. Yani insanca yaşam hakkının yasal güvenceye alınmasıdır. Asgari ücretin olmadığı ülkeler de vardır, bu ülkeler ya sosyal devletin olmadığı, işçilerin ölmek pahasına çalıştırıldığı ülkelerdir, ya da Avrupa’da bazı ülkelerde olduğu gibi sosyal güvencenin ve toplu pazarlık süreçlerinin güçlü olduğu ülkelerdir. Türkiye ise, OECD ülkeleri ile kıyaslandığında gelir dağılımının en adaletsiz olduğu ülkelerden biri olarak ücret düzeyi sıralamasında en sondan ikinci sırada yer almaktadır. OECD’nin yaptığı sıralamanın ölçümü brüt ücretlerin medyan (orta nokta) gelire olan uzaklıkları baz alınmaktadır ve Türkiye’deki ücretlerin büyük bir kısmı medyana yakın seyretmektedir. Anlamı ise Türkiye’deki ücretlerin büyük bir kısmının asgari ücrete yakın olduğu gerçeğidir.

Enflasyon, vergi yükü, borçlar karşısında asgari ücret
Mutfağa düşen son 12 aydaki zam yüzde 7’ye yaklaşıyor. Yeterli beslenebilmek için dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1416 lira olarak tespit edilirken, buna yeterli giyinebilme, bir yerden bir yere ulaşabilme, eğitim hakkını kullanabilme ve kira, elektrik, su, yakıt gibi zorunlu masraflar eklendiğinde harcanması gereken tutar en az 4 bin 615 liraya çıkıyor.

ÇSGB verilerine göre ülkede 6 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Diğer bir ifadeyle aileleriyle birlikte açlık sınırındalar. İş akdi, sosyal güvencesi ve emeklilik hakkı olmadan ücretsiz aile işçisi olarak çalışan ve asgari ücreti bile alamayan en az 3 milyon insan var. Bu nüfus kayıt dışı çalışanlar, kısmi-part time çalıştırılanlar hesaba katıldığında oldukça yükseliyor.

Merkez Bankası verilerine göre ihtiyaç kredilerinde en borçlu kesim 0-1000 lira gelir aralığında olanlar. Yani asgari ücretliler ihtiyaçları için en fazla borçlanan kesim. Gelirinin büyük bir bölümü borca kalanı da kira, ısınma vb konut masraflarına giden asgari ücretlinin borçlarının sürdürülebilirliği için Eylül 2016 da bilindiği gibi borç yapılandırılması çıkarıldı. Borçlar yapılandırıldıkça daha fazla borç için yer açılmış oldu. Bu da hükümetin ücret politikasını ortaya koyarak işçiye ‘benden ücret artışı bekleme, borçlanmaya devam’ mesajı vermekte.

Bir diğer yandan en alt geliri alan işçilerin, yüzde 1’lik en yüksek gelire sahip olan kesimle aynı oranda ödediği vergiler. Dünyada en adaletsiz gelir dağılımlı ülkelere has bir yapıya sahip olan Türkiye, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin toplam vergiler içinde en fazla paya sahip olduğu ülke. Dolaylı vergiler örneğin 1980 yılında yüzde 37’lik bir paya sahipken 2016’da toplam vergiler içinde yüzde 70 paya sahip bulunuyor. İşte bu da ele geçen net ücreti belirleyen vergi politikası.

Yeni düzenlemeler de tüm bu çarka tuz biber ekiyor. Asgari ücretlinin elinde avucunda vergilerden sonra ve zorunlu harcamalarından sonra bir şey kalmaz hatta eksiye düşerek borç hanesi şişerken, bir de şimdi zorunlu BES ödemesi kapsamında 100 lirasını BES fonlarına yatırmak zorunda. Bu, borç batağını teşvik eden hükümet politikaları şimdi de işçinin tasarruflarını düşündüğü için değil elbette, BES fonları kazanç sağlasın diye oluşan kaynak ihtiyacı nedeniyle ortaya çıkan bir düzenleme.

‘Maraton’ başlarken…
Ana akımın diliyle ‘maraton’ başlarken, tüm yukarıdaki faktörleri arka arkaya yazdığımızda önümüze çıkan tablo işçilerin, hakları ellerinden alınarak geride bırakıldığı, kazanın hep işveren ve hükümet olduğudur. Bunu değiştirmenin, bu maratona dahil olabilmenin tek yolu ise bir arada insan onuruna yakışır bir ücret talebine ses vermekten geçiyor. Sadece ücret talebi de yeterli gelmiyor, yazıda belirtilen tüm faktörlere, vergi adaletsizliğine, gelir dağılımına, eğirimden sağlığa kamu hizmetleri piyasalaştıkça şişen borçlara ve elbette ki çalışma koşullarına... Yani kısaca insanca yaşamanın güvence altına alındığı bir ülke için bu sesi büyütmek gerekiyor.