Olanağınız varsa ve Balkanlar’ı henüz görmediyseniz, fazla gecikmeyin. 1991-92 yıllarında Belgrad’da akredite tek Türk gazeteci olarak Yugoslavya’yı parçalayan gelişmelere tanıklık ederken, siyasal literatürde “parçalanma” ile özdeşleşmiş (balkanizasyon) büyüleyici Balkanlar coğrafyasını turist olarak da dolaşmayı düşlerdim. Neyse ki, bölgenin olağanüstü hızlı değişim ve dönüşüm süreci onu o yapan özellikleri silip süpürmeden bunu yapabildim.

Balkanlar’da dolaşırken, kendinizden çok şey bulursunuz ve belli duraklarda “o şeyMustafa Kemal oluverir. Selanik’te onunla doğar, Manastır’da onunla askeri idadiye gider, Ohrid sokaklarında onunla dolaşırsınız.

Onun bir askeri deha olarak sahneye çıktığı Çanakkale’ye giden yolun ilk kilometre taşı da 28 Haziran 1914’de Saraybosna’da Arşidük Franz Ferdinand’a düzenlenen suikastla döşenmişti.

Osmanlı’nın Balkanlar’da 550 yıl sürmüş hakimiyetinin bölge halkları arasında çok da hayırla anılmadığına tanıklık etmiş biri olarak, konu Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal olduğunda Yugoslavya halkları arasındaki duygunun farklı olduğunu da söyleyebilirim.

Belgrad’daki Yugoslavya Arşivi’nde çalışan araştırmacılar, dönemin gazetelerini, kitaplarını incelediklerinde “geç 1920 ve erken 1930 Yugoslavya’sında kamuoyu(nun) Türk Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’ün politik faaliyetlerine karşı neredeyse tamamıyla olumlu bir tavır takınmış” olduğunu görürler.

Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde acıların en büyüğünü yaşamış Bosna ve onun güzelim başkenti Saraybosna, bugün yine o acı hatıraları canlandıran kâbuslar görüyor.

1992-95 Bosna Savaşı’nı bitiren Dayton Anlaşması’nın Boşnak, Sırp ve Hırvatları gevşek bir mikro-Yugoslavya formunda bir araya getirdiği Bosna Hersek’te, şimdi Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik’in bağımsızlığı çağrıştıran çıkışları ile yine savaş ve Bosna’nın da “balkanlaşması” korkusu yaşanıyor.

Dodik, geçen haziranda ceza yasasında yapılan değişikliklerle soykırımın reddinin ve savaş suçlularının övülmesinin yasaklanmasına itiraz ederek; ortak devlet kurumlarından çıkabileceklerini, Sırpların kendileri için savunma, yargı ve vergi sisteminde radikal adımlar atacaklarını açıkladığından beri endişeli bir diplomatik trafik yaşanıyor.

Bir yanda AB ve ABD, öte yandan kendi özel gündemleri olan bölgesel güçler Bosna Hersek’teki gelişmeleri etkilemek için devredeler.

Dodik’in bölgeye de yayılabilecek çatışmalı bir ayrılık sürecinin fitini ateşleyebileceği kaygısını paylaşanlar az değil.

Aktif bir diplomasiyle muhafazakâr otoriter liderleri turlayan Dodik, geçen gün Ankara’da Erdoğan’la görüşmeden önce Macaristan Başbakanı Orban ve Slovenya Başbakanı Janez Jansa ile görüşmüştü.

Erdoğan-Dodik görüşmesi ardından bir açıklama yapılmadı; ama daha önceki açıklamalardan Dodik’in Erdoğan’dan arabuluculuk istediği biliniyor. Dodik’ten önce Erdoğan’la görüşen Bosna Hersek Halklar Meclisi Başkanlık Divanı Üyesi Bakir İzetbegoviç de, bir televizyon yayınında Sırplar, Hırvatlar ve kendileriyle iyi ilişkileri olan Erdoğan’ın krizde yapıcı bir rol oynayabileceğini söylemişti.

Aynı İzetbegoviç, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanovic’in önerdiği ve Dodik’in de desteklediği Türkiye, Hırvatistan ve Sırbistan’ın “üç ağabey” olarak Bosna Hersek’te arabulucu rolü üstelenmesini kabul etmiyor.

Dilerim, o topraklarda Mustafa Kemal olarak doğup burada Atatürk olan bir büyük liderin “Yurtta sulh cihanda sulh” ve “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir” sözleri Bosna’da çalan “balkanlaşma” çanlarının sesini bastırır!