Bu yazı yazılırken Erdoğan henüz AB Liderler Zirvesi için Varna’ya yolculuğuna çıkmamıştı. Siz okurken Varna’da neler konuşulduğu, rüzgârın nereden ve nasıl estiği netleşmiş olur.

Ancak, uzun zamandır ilk kez bu zirve nedeniyle AB ülke gündeminde biraz öne çıktı. Tarafların neler söyleyeceği, birbirlerinden beklenti ve talepleri de belli aslında. Belki de, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılar sonrasında, kamuoyu önünde deklare edilen o talep ve pozisyonlara karşın, bir yumuşama olup olmadığını göreceğiz.

Şunu tespit etmemiz gerek; AKP ve Erdoğan bugünkü “güçlü” pozisyonlarını önemli ölçüde AB’ye borçlu. Bir başka ifadeyle, AKP’yi bugünlere taşıyan dayanaklarından biri Cemaat bir diğeri de AB idi.

2002’de iktidara geldikten hemen sonra, bir tür meşruiyet krizi yaşayan AKP, kendisini kabul ettirmek, seçim kazanmış olmasına karşın mevcut düzenin ondan esirgediği ve gereksinim duyduğu meşruiyeti bulmak için AB’ye ve onun değerlerine yaslandı.

Reform üstüne reform yaparken, hem AB’nin hem de ülkedeki AB yanlısı liberal çevrelerin desteğini elde etti. Bu süreçte, devlette, sonradan terör örgütü ilan ettiği (FETÖ) Cemaat’e yaslanır ve kadro gereksinimini oradan karşılaşırken, AB üzerinden elde ettiği dış destek de “müesses nizam”ın güçleri karşısında kendisine bir tür koruma kalkanı sağladı.

Güpegündüz Kızılay meydanında havai fişeklerle kutlanan, aslında AB’nin AKP’ye sağladığı desteğin ne kadar önemli olduğunun ve iktidarın bunun farkındalığının da işaretiydi.

AKP bu sayede iktidarını pekiştirip güçlendikçe AB’ye olan gereksinimi de azaldı. AB’ye ve AB üzerinden kendisine destek veren liberal çevrelerle arasına mesafe koyabilir hale geldi.

Böylece de, eski destekçilerinden reformlardan, AB’den uzaklaştığı eleştirileri yükselmeye başladı.

Dün AKP’yi reformcu, özgürlükçü, askeri vesayet karşıtı ve sivil görerek destekleyen AB; bugün AB değerlerinden uzaklaşan, özgürlükleri kısıtlayan, gazetecileri hapseden bir totaliter güç olarak eleştiriyor.

Bu eleştirilere karşın, ilişkileri koparması ve çıkarlarını riske etmesi mümkün değil.

Türkiye-AB ilişkileri Varna’dan ne sonuç çıkarsa çıksın mevcut gelgitleri ve iniş-çıkışları ile devam edecek.

Ancak, bugün AKP’nin AB’ye ihtiyacı dün olduğu kadar yaşamsal değil! Bir meşruiyet arayışının ve kendini güçsüz hissettiği noktada bir siyasal dayanak aramanın sonucu değil. Daha çok, gittikçe kırılganlaşan ve yüksek sesle çalan ekonomik alarm zilleri nedeniyle ve ekonomiye dayalı bir ihtiyaç.

Başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB’nin motor gücü durumundaki ülkeler de bu durumun farkındalar.

O yüzden, dün tam da destek verdikleri noktadan, özgürlükler – özellikle de ifade ve basın özgürlüğü – noktasından AKP’ye itiraz ve eleştirilerini yükseltirken, gümrük birliği anlaşmasının yenilenmesi, vize serbestisi ve mülteciler konusunda kendilerinden beklenenin en azını vermeye çalışacaklar.

Türkiye, terörle mücadele konusunda (Afrin’de de) destek beklediğini ifade ederken, tarafların terörist ve terör konusundaki pozisyon farklılıkları büyük olasılıkla giderilemeyecek.

Dış politikada sorun alanı olarak duran Afrin’in yanına Kıbrıs Rumlarının ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sahaları ve Ege’deki gerginlikleri de koyduğu koşullarda gerçekleşiyor Varna zirvesi.

Böylesi sorunlar yumağı ile karşı karşıyayken, AKP ve Erdoğan her dışarıya çıkışlarında, Batı’ya doğru her yolculukta ilk günlerindekinin tam tersi bir havayla karşılaşacak. İçeride, gazetecilerin cezaevine atılması, hemen tüm anaakım medyanın iktidarın sesine dönüştürülmesiyle yaratılan dikensiz gül bahçesi, dışarıda sadece dikene dönüşecek!

Batı’nın ve AB’nin iktidar çevreleri kendi ekonomik, ticari, politik çıkarlarında bir avantaj elde etmek için; demokrasi güçleri ise samimiyetle, ülkenin OHAL’iyle ve medya düzeniyle özgürlüklerden uzaklaşışını her fırsatta iktidarın karşısına çıkaracaklar.