At arabacısı bizim çocukluğumuzun kahramanıydı. At, önünde yulafı, arkasında kocaman kuyruğu, geniş parlak bacaklarıyla bizim için en asil hayvandı. Arkadaki üstü açık tahtadan araba, yazın karpuz kavun, envai çeşit meyve sebze, kışın başka şeyler taşırdı. En arkada ise kara kuru çocuklar, atla, arabacıyla, onun elinde şaklayan kırbaçla dalga geçerdi. Arabacılar başka bir alemdi, genellikle kentleşme ile kırdan fırlatılanlar, yakılan köylerinden göç edenler, en yoksullar bu işi tutardı. Asık suratlı, güneş altında yanmış yüzleriyle hiç konuşmayan bu adamlar, tıpkı sahibi oldukları atlar gibi birer sır küpüydü.

Bizim oralarda kovboy lakaplı iki kardeş bu sanatın simgesi olmuşlardı. İkisinin de kafasında köşeli kovboy şapkaları, ağızlarında ciğara, biri lacivert kot pantolon bile giyerdi. Bu son senelerde bu meslek şehrin caddelerinden çekildi, kovboylar başka işlere yöneldi. Çocukların neşe kaynağı at arabalarının yerini traktörlerle motorlar aldı.

Şu son on beş yılda avukatlık kadar baskılanmış, saldırıya uğramış, biçim değiştirmiş başka bir meslek var mıdır? ‘Hiç bir zaman efendimiz olmadı, hiç kimseye emir de vermedik’ düsturuyla övünen, kalbi küt küt atan yeniyetme olanın, elli yılını devirmiş ak saçlının aynı davada eşit hak ve yetkiye sahip olduğu, hiyerarşiye yasak koyan bu kadim meslekte önce patronlar, sonra sigortalı işçi avukatlar ortaya çıktı. Para temelli, bilgi ve emek içermeyen kaba bir hiyerarşi bu eşitlikçi mesleği yarıverdi. Para hükmünü kurunca mesleğin en değerli özelliği olan reklam yasağı da hor görülmeye başlandı.

Tarih boyunca devrimci avukatlar hep saldırı altındaydılar. Yargıyı lüzumsuz gören, muhaliflerini hapiste çürütmek isteyen tüm rejimler, bağımlı yargılarından çok, bağımsız avukatlara düşmandılar. Avukatlara yönelik suikast, komplo, tutuklama, cezalandırma bu nedenle hiç değişmedi. Şu var ki, yargılamada otoriteye karşı özgürlüğü, devlete karşı halkı temsil eden süje de avukatlardı.

Telefonları dinlenen, takip edilen, büroları basılan, savunma temelli mahremiyeti yerle bir edilen avukatlar gördük. Öcalan’ın avukatlarının, KCK davasındakilerin, ÇHD’lilerin başlarına gelenler hâlâ taptazedir (Daha dün ‘ByLock’çu avukatlar’ adıyla 189 avukatın gözaltına alınması talimatı verildi). Bu operasyonlar, avukatlığa dair tüm güvencelerin ortadan kaldırıldığını gösteriyordu. Binlerce hakim ve savcının hapiste olduğu bir dönemde sıranın avukatlığa gelmesi şaşırtıcı değil.

15 Temmuz sonrası, tarihte bu mesleğe yönelik saldırılar doruk noktasına çıktı. Gözaltına alınanlara yardıma giden avukatlara emniyette ve adliye içinde saldırılar, hapishaneye girişte keyfi engellemeler kısa bir süre sonra KHK’lerle yasallaştırıldı. Avukatla şüpheli arasındaki görüşmeler bir kameraya kaydedildi, sesler banda alındı, belgelerin birer örneğine gardiyanlarca el koyuldu, avukatın bürosu, çantası, arabası rahatça arandı. Şüpheliyle görüşmesine 5 gün yasak koyma yetkisi Cumhuriyet Savcısına verildi. Avukatın, tutuklunun tutulma durumunun 30 günde bir görüşüldüğü rutin dava oturumuna katılma yetkisi bile kaldırıldı. Savcı ve hâkim, avukatı dışta tutarak beraber bu işi tam 11 aydır yürütüyor.

Dün itibariyle sadece adında adalet bulunan bakanlık, yasal bir değişiklik tasarısını daha kamuoyuna açıkladı. Bundan böyle hâkim, beğenmediği avukatı duruşma salonundan çıkarabilecek. Bunun için avukatın duruşmada ‘uygun bulunmayan davranış göstermesi’ yeterli olacak. Elbette bu ‘davranışın’ ne olduğunu bilen yok (İstanbul’da duruşma salonundan karga tutlumba atılan avukat Suat Eren’in ‘davranışı’ bir gösterge olabilir) . Artık, baskıcı ve zorba tüm rejimlerin hayali olan ‘avukatsız yargılama’ gerçeğe dönüşecek.

Tarihte bazı meslekler doğal bir evrimle ortadan kalktı, bazıları ise biçim değiştirdi. At arabacıları ilk grupta yer aldılar. Savunmasız bir yargı olamayacağına göre, ülkeyi yönetenler avukatlığı da kendi emellerine uygun biçimlendirmek, bağımlı, köle, pasif bir kitle yaratmak istiyorlar. Bundan böyle her şey ezilenlerin direncine, cesaretine, mücadelesine bağlı, bu eski ve değerli mesleğin kaderi de.