Nihayet Idlib’deki varlığımızın ve askeri operasyonların da bir adı oldu. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı… Ve Bahar Kalkanı

TSK, 24 Ağustos 2016 tarihinde bir şafak vakti Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye’ye girmiş, kalkanın amacının da “terör örgütlerini kendi sınırından uzak tutmak” olarak ifade etmişti.

Operasyonlara verilen isimlerle, operasyonların niteliği arasında bir ilişki bulmak pek mümkün olmasa da, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı isimlerinin “kalkan” kadar savaş ve çatışma çağrıştırmadıklarını, “kalkan”ın ise saldırıdan çok savunmayı çağrıştırdığını söylemek mümkün.

Ancak, Bahar Kalkanı’nın, resmi açıklamalara göre 34 askerimizin yaşamını yitirdiği 27 Şubat sonrası, TSK’nin Idlib’deki önceki faaliyetleriyle kıyaslanamayacak ölçüde bir saldırıyla başladığını görüyoruz.

Bunun sonucunda, son zamanlarda ilerleme kaydeden Suriye ordusunun durdurulduğu, kimi köylerin tekrar muhaliflerin eline geçtiği ve iki Suriye uçağının düşürülmesi gibi Şam üzerinde moral etkisinin de çok güçlü olduğunu tahmin edebileceğimiz gelişmeler yaşandığı ortada.

Şimdi kritik tarih 5 Mart; Putin ve Erdoğan’ın Moskova’daki buluşması! Bunun kim kimin ayağına gitti gibi bir tartışmayla gölgelenmesi de abes.

Erdoğan, partisinin İstanbul milletvekillerine bilgi verdiği ve daha çok gülmesiyle gündeme gelen toplantıda, Putin’e “Sizin orada ne işiniz var? Eğer üs kuracaksanız, yine kurun ama aradan çekilin, bizi rejimle baş başa bırakın” dediğini söylemişti.

Belki 5 Mart’ta da buna benzer şeyler söyler!

Rusların, Amerikaların ve tüm diğerlerinin Suriye’de ne işleri olduğu çok net aslında.

Ancak Rusya’nın bir işlevi de fiilen TSK ve Suriye ordusu arasında kalkan olmaktı. İsterseniz, Erdoğan’ın düşüncelerini paylaşıp, Suriye’ye kalkan olduğunu ve TSK’nin Suriye ordusunu bölgeden süpürüp atmasına engel olduğunu söyleyin!

Rusya’nın aradaki varlığı komşu iki ülke ve iki resmi ordu arasındaki savaşı da engelliyordu.

Buna İran’ı da ekleyip, üç diyebilirsiniz. Şimdi, sahada Suriye ordusuna destek olan İran güçleriyle de çatışma olasılığı daha yüksek ve bu Türkiye’yi İran’la da karşı karşıya getirebilir.

Türkiye-İran ilişkileri söz konusu olduğunda, 1639’da Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla belirlenen iki ülke sınırının Ortadoğu’da emperyalist güçlerin çizmediği nadir sınırlardan olduğu ve arada yüzyıllardır barışın hüküm sürdüğü vurgulanır.

5 Mart buluşması öncesi, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve BM Temsilcisi Kelly Craft apar topar Ankara’ya geldiler ve bugün burada görüşmeler yapıyorlar.

Suriye krizinin bu denli karmaşık hale geldiği noktada, ABD’yi en keyiflendirecek şey Türkiye’yi Rusya ve İran’la da çatışır halde görmek olacaktır.

Cumartesi yazımı, bir askeri uzmanın, Suriye’deki gelişmelere ve bölgeye dair değerlendirmesiyle bitirmiştim. O değerlendirme; gelişmelerin bütün bir bölgeyi İsrail için güvenli kılmaya hizmet ettiğini, İsrail’e tehdit olan bütün devletlerin Suriye içinde hırpalanıp güçsüzleştirildiğini, sonucun yeni sınırların çizildiği ve İsrail için dikensiz gül bahçesine dönüştürülmüş bir Ortadoğu olacağı şeklindeydi.

5 Mart öncesi, Türkiye ve Rusya’dan gelen mesajlar birbirleriyle savaşmak niyetinde olmadıkları şeklindeydi. Bu vurgular bile, krizin bu denli karmaşık hale geldiği ve savaşan “vekillerin” böylesine iç içe geçtiği durumda ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olunduğunun işareti.

Dilerim 5 Mart’tan, daha çok insanın ölümüne engel olacak bir sonuç çıkar ve umarım Türkiye başkalarının savaşında bir “vekil devlet” durumuna düşmez!