Robotlar üzerine ciddi ciddi düşünmeye başlamam 7-8, belki de 10 yıl kadar öneydi. Tam tarihi anımsamıyorum, ama konuyu unutmam mümkün değil.

İtalyanların La Stampa gazetesinde yayınlanan bir haberle olan o tanışma epey endişe vericiydi. Gazete, ABD’de yapay zeka üzerine çalışan bilim insanlarının bir “gazeteci robot” geliştirdiklerini bildiriyordu. Bu “gazeteci robot” ya da “robot gazeteci” hiç imla hatası yapmadan haber yazabiliyormuş. Gerçi, “şimdilik” (deniyordu o zaman haberde) yalnızca beyzbol haberleri yazabiliyormuş ama kısa süre sonra, futbol, basketbol, hatta borsa haberlerini de aynı hatasızlıkla hazırlayabilecekmiş.

Aradan geçen yıllar içerisinde o robotun akıbeti ne oldu, hala haber yazıyor mu, borsa haberlerine geçebildi mi, bilmiyorum.

O haberin yayımlandığı dönemde gazeteciler arasında yol açtığı endişenin gerçekleştiğine, gazeteciliğin gazeteciler olmadan yapılabilen bir iş olduğuna dair henüz somut veriler yok.

Oysa, robotun dünya gazetecileri arasında yol açtığı endişenin nedeni tam da buydu: İşimizi robotlar yapacak ve biz de işsiz mi kalacağız?

İşleri makinelere, robotlara yaptırmak, böylece de fazla mesai, maaş zammı, daha fazla tatil, sendika falan talep etmeyen “işçiler”e sahip olmak patronların hayali olsa gerek.

Aslında, bu işçilerin de hayalidir! Tabii, bir temel farkla: Makinalar, robotlar işi yapsın, insan ancak zorunlu olduğu kadar çalışsın, ihtiyaç kadar üretilsin, üretim eşit bir şekilde paylaşılsın.

Yani, işi robotlara yaptırıp serveti patronlara aktarmıyor, insanları işsizliğe ve sefalete mahkum etmiyorsak buyursun gelsin robotlar!

Neyse, bu eski ekonomi-politik tartışmayı açıp sürdürmek değil derdim. Memleketin, işi bu olan gazeteciler için bile konuşmayı ve sormayı neredeyse imkansız hale getiren siyasi ikliminde, boyuna posuna bakmadan bir bakana laf eden robota dikkat çekmek istedim.

Mutlaka izlemiş, duymuşsunuzdur. İzlerken dudağınızın kenarına bir tebessüm de iliştirmişsinizdir!

Ankara’da yapılan Güvenli İnternet Günü programında sunuculuğu tutup bir robota verdiler. Robot, önce söz alan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Ömer Fethi Sayan’ın konuşması sırasında efendiliğini hiç bozmadı. Ancak, kürsüye Ulaştırma, Denizcilik Ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan çıkıp da konuşmaya başlayınca bir şeyler oldu robota.

Önce, “Yavaş konuş, ne diyorsun anlamıyorum” dedi robot Sanbot. Herhalde içinden bir ya sabır çekmiştir Bakan. Sanbot sık sık sözünü kesince sinirlendi doğal olarak, sabrı bıraktı; “Robotu kim kontrol ediyorsa onun gereğini yapın lütfen” dedi, konuşmasına devam etti.

Robot işte, mesajı alamadı ve bu kez “Neden bahsediyorsun?” deyiverdi bakana.

Sonrası malum; erken öten horoza yapılanı yaptılar, robotun fişini çekip ona yeni format attılar.

Sanbot şanslı aslında; Bakan, “Lütfen” falan dedi, gereğinin yapılmasını isterken. Bir başka devlet büyüğüne o hadsizliği yapsaydı başına neler gelirdi düşünmek bile istemiyorum.

Robot işte; memleketin nereden nereye geldiğini nereden bilsin. Devlet büyüklerinin mitinglerde talepte bulunan vatandaşı susturduğunu, yanına gelip itiraz edenleri “ananı al git” diye kovaladığını, zamanla işi soru sormak olan gazetecilerin bile soru soramaz olduğunu nereden bilsin?

Seçim kazanan başbakanların bile git denilince susup gittiğini, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmalarına itiraz etmediğini nereden bilsin?

Robot Sanbot Çin malıymış galiba. Bir tekerlememiz vardı, çocukluğumda teknoloji karşısında hayranlığımızı ifade etmek için kullandığımız: “Çin işi, Japon işi; bunu yapan iki kişi.” Hangi iki kişi ise Çin işi Sanbot’u yapan, memleketin siyasi iklimine dair hiçbir şey fısıldamamışlar kulağına.

Sen tut, bir devlet büyüğü konuşurken; “Yavaş konuş, ne diyorsun anlamıyorum” de. Orada durma; “Neden bahsediyorsun?” diye de üstele!

Şu iki cümlecik o kadar çok gazetecinin dilimin ucuna geliyor ki büyük nutukları dinlerken, robot olmadıklarından belki, robot gibi fişleri çekilir korkusuyla, susuyorlar!