Herkes iyi komşu ister.

Herkes komşusu da kendisi gibi olsun ister.

-Tatar atasözü

Yaşlı gibi Moda’da yaşıyorum 12 yıldır. Tabii son yıllarda Çelik misali Moda da değişti. Yan sokaktaki terzi birkaç yıl önce ‘Pankeyçi’ oldu, sakallı sakallı çocuklar pankeyk yapmaya çalışıyor. Evin kapısının önünde gençler oturup sigara ve buzlu çay içiyor, karşı köşedeki binanın önü ise adeta bir ‘Selfie türbesi’ oldu. Gelen geçen sürekli kendini çekiyor, vardır bir bildikleri elbet. (Güncelleme, pankeykçi sakallı çocukların iş yattı)

Yıllarca aynı apartmanda oturunca zaman içinde komşularınızı da tanımaya başlıyorsunuz. Bizim apartmana ilk yerleştiğimizde binadaki yaşayanların yaş ortalamasını bir miktar düşürmüştük. Giriş katında iki dairede de iki ayrı teyze yaşardı. Bir tanesinin artık yaşlılıktan vücudu takatini kaybetmiş ama bilinci pırıl pırıldı. Kendisini evde piyanoya ve suluboya resme vermişti. Çok fazla yürüyüşe çıkamıyordu ama fırsat buldukça bizi evine çağırıp çay ve kurabiye ikram ederdi... Karşı dairesinde ise tam zıttı bir teyzemiz vardı. Teyze mobilitesini kaybetmemiş gayet hareketli ve sağlıklı bir vücuda sahipti. Buna karşın maalesef hafıza konusunda problemleri vardı. Eşimi yıllar boyunca ‘Kime gelmiştiniz evladım?’ sorusuyla apartmanın girişinde karşılardı... Sonra alt komşumuz teyze vardı. O da dünya tatlısı, sevecen bir insandı. Bize hep ‘Sizin gibi gençleri gördükçe ben de gençleşiyorum’ derdi. Üçünün de mekanı cennet olsun.

Haliyle böyle olunca apartmana yeni komşular gelmeye başladı. Son gözdem alt katta 7 hafta süren tadilatıyla adeta evinin içine UFO inşa etmeye çalışan komşum. Ondan önceki baş ağrım ise üst kattaki 1.5 yıl süren mega tadilatla üst komşumdu. Kaçak yaptığı tadilat belediye tarafından yıkılmış, o da tekrar yapmak zorunda kalmıştı. Tüm süreç tam kafamın 2 metre üzerinde olduğundan olaylara birebir şahidim. Bir noktada evde artık ağzımla HILTİ ve matkap sesi yaparken kendimi bulmuştum...

Geçen geçti. Sizlere bir komşumla ilgili kısa bir anımı anlatacağım. Yan daireye birkaç yıl önce taşınmıştı. Dikkatimi çeken ilk şey ayakkabıları kapılarının önünde bırakmalarıydı. Belki evi temiz tutmak içindi, belki de canları öyle istiyordu. Ben ise bu duruma şaşırmış, giderek de kapının önünde ne zaman ayakkabı görsem kendi kendime kurulmaya başlamıştım. Bir gün yine kendi kendime komşunun kapı önündeki ayakkabılarına sinirlenirken aslında hatanın bende olduğunu anladım. Derdim şuydu, komşumu tanımıyordum. Çözüm ise belliydi. Komşumla tanışıp, arkadaş olursam böylelikle hareketlerinden rahatsız olmazdım. Gittim Kadıköy’den yarım kilo baklava aldım, komşumun kapısını çaldım. Baklavayı verdim, kendimi tanıttım ‘Bilgisayarla ilgili bir probleminiz olursa haber edin, genelde hep evdeyim’ dedim... Bir gün sonra kapım çaldı. Komşum gelmişti, benden gün içinde kendisine gelecek bir paketi almamı rica etti. Gün içinde dediği gibi paket geldi, akşam da komşum benden teslim aldı... Böyle böyle komşumla giderek sohbet etmeye, karşılıklı kahve içmeye başladık. Günler günleri kovaladığında artık komşumla ‘ahbap’ olmuştuk. Ne yalan söyleyeyim, dairesinin önündeki ayakkabıları artık beni rahatsız etmiyor, tam tersine kendisinin de evin içinde olduğunu fark edip, başıma acil bir şey gelirse kendisinden yardım isterim düşüncesiyle birlikte artık o ayakkabılar bana güven veriyordu.

Bir gün bir arkadaşım bize geldi, komşunun ayakkabılarına ‘Abi ne öyle köylü gibi kapıda ayakkabılar’ diye isyan etti. O noktada ben devreye girip arkadaşımı inceden haşladım. Komşumun nasıl bir insan olduğunu tanımadığından, önyargılarından kurtulması gerektiğinden ve bir sürü başka şeyden bahsettim. Bir süre önce tiksindiğim kapı önü ayakkabılarını artık savunur olmuştum... Hayat böyle işte, tanışa tanışa...

İşin daha da ilginci bir gün kapı önündeki ayakkabılar kendiliğinden ortadan kayboldu ama komşuluğumuz baki kaldı.

Yarım kilo baklavanın gücünü hafife almayın. Size de iyi gelecek bir gelecek mümkün.