Metrobüste yürek burkan görüntü…” başlıklı bir haber okudum, yüreğim burkuldu gerçekten; Suriyeli küçük bir kız çocuğu, elinde bir buket çiçek ve bir poşetle girdiği aracın körük kısmında yere kıvrılıp uyumuş. Hangi koşullarda, ne zamandır, nasıl çalıştırılıyorsa artık, top atsan uyanmayacak, son durakta da uyanmıyor.

Yüreğim burkuldu, ama mutlu da oldum. Sadece bakmayıp gören de bir adam, çocuğu kucağına alıp koltuğa yatırıyor, son durağa kadar bırakmıyor, son durakta da kucağında indirip, yetkililere teslim edene kadar başında bekliyor.

Çocuğu kucaklayan adam ilkokulda okuduğum Nurullah Ataç’ın “Bakmak ve Görmek” metnini anımsattı. Onlarca, yüzlerce insan çocuğa baktı, hepsinin gözleri vardı ama yalnızca o adam gördü onu!

Bakmak için göz yetiyor belki, ama görmek için fazlası gerek; yürek, vicdan, beyin, bilgi, bilinç!

Bütün çocuklara sahip çıkmamız lazım. Uyurken gördüm, başına kötü şeyler de gelebilirdi. Uykulu halde belli ki çalıştırılmış bir çocuk.”, diyen Kerem Suna’da bir gözden fazlası var, görmesini sağlayan!

Bugün köşeyi bir hocama bırakacağım, uzun süre sağlık nedeniyle evden çıkamayan ama çıkınca da yalnızca bakmakla kalmayıp sokaklarda neler olup bittiğini gören Prof. Dr. Raşit Kaya’ya:

“… etrafa, sağa sola, eskiden basıp geçtiğim kaldırımlara daha bir dikkatle bakıyorum. Eskiden de vardılar ama şimdilerde görünürlükleri çok artmış, her yere yayılmışlar. Fark etmeden üzerlerine basıp geçmek olanaklı değil. Kaldırımları, her tarafı matbaalarda bastırıldıktan sonra zemine yapıştırılmış duyurular, ilanlar kaplamış. Çoğunda ‘hacizlilere, emeklilere, işçilere, memurlara kredi’ verildiği sanki bir can simidi uzatılıyormuşcasına müjdeleniyor. Adeta ‘paralel bir kredi teşkilatlanması’ oluşmuş.

Bu duyuruların hemen yanında kimisi aynen zemine yapıştırılmış, çoğunluğu eskiden ‘kuşlama’ denilen usulle etrafa serpiştirilmiş küçücük el ilanları görülüyor: ‘Evlere, ofise gelen Handan (ya da Nalan)’. ‘Evde ‘bayan’ Serpil, Kübra, Makbule’…

Bunları bırakıp etrafa bakınınca, bulvarların, caddelerin, sokakların ‘önden çekişli’ el arabalarıyla dolu olduğunu görüyorsunuz. Bir kısmı buldukları çöp kutuları önünde ‘park edilmiş’. ‘Sürücülerin’ büyük çoğunluğu ‘yerli ve milli’ olmayan ‘unsurlar’. Medyada Adalar’ın ‘atlı faytonlardan’ nasıl arındırılacağına dair haberler var… Ama, nefes nefese koşan, ya da çöp kutuları önüne geri dönüşüm malzemelerini toplamak için park eden bu ‘önden çekicilerin’ halinden pek söz edilmiyor.

Kent; kiralık/satılık ofis, rezidans ilanları asılmış ‘gökdelenlerle’ dolu. Metroların girişleri, otobüs durakları kucaklarında bebeklerle ‘merhamet’ dilenen kadınlarca mesken tutulmuş.

Genelevler Ankara ve kimi başka büyük kentlerde kapatıldı ama ‘müşteri’ arayanların ilanları toplumun birçok başka değeriyle birlikte sokaklara saçılmış durumda.

Eskilerde, ‘mütedeyyin kesim’ ‘bina ile zina artarsa kıyamet kopacak’ derdi. Şimdinin güç sahibi dinbazlarında ‘böyle korkular’ kalmamış. Direksiyon hakimiyeti kalmamış sürücüler gaza yükleniyorlar: ‘Durmak yok, yola devam!’

Akli melekeler/rasyonalite adeta imha edilerek yedi düvele meydan okunuyor. Yaptıklarımız kanıksandığı sürece ‘mutlu/mesut’ yola devam edebiliriz diye düşünüyorlar. Akli melekeler imha edildiğinde başka bir yaşamın olanaklı olabileceği görülemiyor. Demokratik, özgür bir düzende yaşama düşüyle dayanışma olmadıkça, kimi ‘huysuzlar’ homurdansa da onlar ‘mesut/ mutlu’ yaşamaya devam edebilecekler.

Gelip geçtiği sokaklara herkes bakar, ama görmek böyle bir şey işte!