Türkiye’yle ilgili galiba söylenecek en önemli şey, çeşitli nedenlerle çözümü olmayan basit sorunlarla çevrili oluşumuz. Ekonomistleri dinleyince, şu an yaşanan sorunların çözümü kolay basit sorunlar olduğu ve bazı yapısal değişiklikleri mümkün kılacak kararlar alındığında her şeyin bir süre sonra noırmale döneceği yönünde. İktidar tarafından da benzer bir şey söyleniyor, sorunlar basit, hatta olması gereken sorunlar ve biz çözümün nasıl olacağını biliyoruz diyorlar ama hiçbir şeyin çözüldüğü yok, hep bir günü kurtarma, yarın seçim olacakmış gibi bir hazırlık…


İkili hayat

‘Uysallar’ adlı TV dizisinde vardı, aslında herkes ikili bir hayat yaşıyor; bir dışarıya gösterdiğimiz, bir de içeride yaşadığımız. İktidar da dışarıya başka bir şey gösteriyor, içeride başka… İkili hayat formu, her zaman vardı; maddi-manevi, bilinçdışı-bilinç, fantezi-gerçeklik vs… Ama şimdi yaşadığımız şey, tıpkı ‘Uysallar’ dizisinde olduğu gibi birbirinin zıttı bir kopuş hâli. Punkçı bir iç dünyası olan, maddiyata önem vermeyen ve isyan etmek isteyen, ama dışarıya karşı her zaman uyumlu, uysal, daha çok para kazanmak için çırpınan biri. Dizideki punkçı Oktay ve diğer karakterlerin yaşadıkları sorunun çözümü basit gibi görünüyor, kendisi olmak ve gerçekliği kabul etmek. Ama basit çözümün sonuçlarının ağırlığı göze alınamıyor ve her şey daha da karmaşıklaşıyor. Dizi üzerine söylenecek çok şey var, ama ben sadece bu ikili hayat meselesine odaklanmak istiyorum. Punkçı Oktay üzerinden gidecek olursak, hangisi gerçek kendiliği, Punkçı olan mı, mimar olan mı? Oktay psikoterapiye başlasaydı, Punkçı olanla mimar olanı bütünleştirmenin bir yolu aranırdı, gerçeklikle yeniden bağ kurabilmesi için. Sadece benlik değil, kamuoyu da, gündelik hayat da her şey bölünmüş ve her bölünme gerçekliği azalttığı için olsa gerek ‘ultra gerçek’ görüntüler veren ekranlar vs peşinde tüketim toplumu.

Sorumluluktan kaçış

Oktay ve diğerlerinin temel sorunu, yani bu bölünmüşlüğün ana nedeni, ‘sorumluluktan kaçma’ olarak karşımıza çıkar. Oktay da başlangıçta, her şeyi geride bırakıp kaçmayı istemiş ama yapamamıştır. Sorumluluğu, düzenleyici olduğunu düşündüğümüz güçlere, Tanrı’ya, devlete, aileye, kadere, olmadı travmatik geçmişimize, ama mutlaka başka bir şeye devretme ihtiyacı. Sorumluluk almayı güçleştiren şey de, tercih edebilmek ve sorumluluk alabilmek için ne olmayı ya da ne istediğimizi bilmiyor oluşumuz. Bildiğimizi var saydığımız şeyler, çoğunlukla bize dayatılmış şeyler. Değişim, öncelikle ne istediğimizi bilmekle ilgili bir bilgi sorunudur. Sonra da istediğimizden emin olduğumuz şeylerin sorumluluğunu alıp alamadığımız gerçeği karşımıza çıkar.

Oktay’a geri dönecek olursak, evet Punkçı olmak onun gerçek arzusudur ve hayatını böylelikle daha anlamlı yaşayacağına inanır, ama bir süre sonra o hayatı da sorgulamaya başlar, gerçeklikteki karşılığı ve ödeyeceği bedellerin ağırlığı ona fazla gelir ve geri çekilir.

İyi şeylere inançsızlık

Çözümü olmayan basit sorunların tek tek bireyleri ve toplumu etkisizleştirmesinin nedeni, daha doğrusu değişimin önündeki en büyük engel, değişimin bir amaca ihtiyaç duymasıdır. Amaç da ancak insanları bir arada tutan toplumsal simgelerle kendisini ortaya koyar. Bugün o toplumsal simgeler çözüldüğü için olsa gerek, sinemadan edebiyata ‘iyi’ye doğru bir değişimden ziyade hep daha ‘kötü’ye doğru bir değişim beklentisi içinde çoğunluk. Böyle bir kötü şeyler olacak beklentisi ve ‘iyi şeyler’e duyulan inançsızlık ya da hayal kırıklığı, basit sorunları çözümsüzleştirmeye devam ediyor.