Batman ile yeni karanlık dönem

Anti kahraman Batman ile Detective Comics (DC) dergisinin 27. sayısında, 1939 yılında ilk tanışmamız, ağzında pipo bir şeyleri, en çok da kendini sorgulayan Bruce Wayne görüntüsü ve onun “Suçlular batıl inançlı ve korkaktır. Öyleyse kılığım onların kalplerine korku salabilmeli. Gecenin bir yaratığı olmalıyım...” cümlesi ile olmuştur diyebilirim. Burada bir ara parantez açarsam; bu grafik romana baktığımızda Batman karakterine ilham kaynağı olanın varlıklı, yalnız, değirmenlere karşı savaşan Don Quijote karakteri olduğunu da görüyoruz. Hatta Ortaçağ romanslarına yani şövalye romanlarına tepki olarak çıkan ve Pikaresk romanlardan sayılan Don Quijote romanı anti-kahraman karakterin kullanıldığı ilk eserlerdendir. Parantezi kapatıp, Batman’in yeni çağlarına geri dönecek olursak, Batman ile ilk tanışmamızın ardından pek çoğumuzun daha aşikâr olduğu, 1986 yılında Frank Miller’ın çizgi roman miniserisi gelir ve karakterin popülaritesini çok büyük ölçüde artıran mihenk taşı diyebileceğimiz bu çizimlerle, psikolijik çöküş içerisinde olan Batman’in hem karakteri hem mitosu itibarıyla ton olarak biraz daha karanlık köklerine döndüğünü görüyoruz. İşte bu noktadan sonra Tim Burton’ın 1989 filmi ile başlayan Batman’in inişli çıkışlı sinema serüveni, 2005’te Christopher Nolan’ın “Batman Başlıyor” filmi ile neyse ki orijinaline gittikçe yaklaşır ama burada karanlıklaşmış olan süper kahramanımız ne yazık ki DC’nin genişletilmiş evren pazarında kurban edilerek “Adaletin Şafağı” ve “Adalet Birliği” filmlerinde adeta karikatür bir karaktere döner. Bugün ise 2022 yılında gerçek Batman ile ilk kez tanışıyormuşuz gibi hissettiren “The Batman” filmi ile yepyeni bir sayfa açıldı ve Batman mitosu tekrardan yazılmaya başlandı. Filmde, suç ve suçluyla savaşının ikinci yılındaki Batman’i, Gotham şehrindeki yozlaşmanın kendi ailesiyle nasıl bağlantılı olabileceğini araştırırken, Bulmacacı (Riddler) isimli seri katilin peşinde izliyoruz.

MÜTTEFİKLER VE SUÇ ORDUSU

Bruce Wayne/Batman (Robert Pattinson) bu filmde 30 yaşında ve fazla deneyimi olmayan hatta acemilikleri de oldukça vurgulanan bir karakter. “Batman Başlıyor” filmindeki psikolojik buhranlı dönemi saymazsak onu hiç bu kadar süper gücünden mahrum ve kusurlu olarak görmemiştik. Bu nokta, filmin farklılığının da altını çizecek bir şekilde bariz. Kadının gücünü temsil ettiğini söyleyebileceğimiz Selina Kyle namı diğer Catwoman’ın da yer aldığı filmde, yeni ortaya çıkan bir suçlu olan ve filmin ana düşmanı olarak konumlanan Bulmacacı’nın (Riddler) varlığı ile filmin hikâyesi büyük oranda, adeta Zodiac katilinin peşinde, onun bulmacalarını çözerek mücadele veren dedektif Batman olarak ilerliyor. Orijinine dönüşün şahaneliğine!! Ve elbette bu seri katilin yakalanmaya çalışıldığı yer, bölge savcısından polis departmanına, belediye başkanına kadar herkesin kirli işlere bulaşmış olduğu Gotham şehri. Gotham’ın bu suç ordusunda, çok başarılı protez makyajı ile tanınamaz hale gelmiş olan Oswald’ı yani Penguen’i canlandıran Colin Farrell ve bir suç lordu rolünde karşımıza çıkan John Turturro ise başı çekiyor.

NESİ FARKLI?

Yönetmen Matt Reeves, Batman’in özünden yola çıkan ve karakterin kişisel hikâye anlatımına yakın duran bakış açısı ile Batman efsanesini daha gerçek bir dünyada var etmeyi başarmış. Bu aslında bir keşif ve bununla yeniden bir başlangıç hikâyesi anlatılmaya çalışılıyor. Bu da filmi önceki Batman filmlerinden oldukça farklı bir yere konumlandırıyor. Hâlâ neyi nasıl yapacağını çözmeye çalışan, nasıl daha etkili ve faydalı olacağının cevaplarını arayan, Nirvana dinleyen, playboy Wayne’in üzerine çizgi atan bir Batman ile tanıştık. Filmde küçük bir çocukla kurduğu diyalogsuz empati ile kendisinin çocukken yaşadığı travmasının üzerindeki ağırlığını bize hissettirebilen, bunun kendisine maliyetini duygusal olarak sorgulayan bir Batman var karşımızda. Diğer Batman yorumlarına nazaran burada karakterin dedektif becerilerini ön plana çıkaran senaryosu ile dedektiflik oynanan bu dünyanın neredeyse kara filmleştiği bir dünyaya odaklanılmış. Bana yer yer “Chinatown” filmini ve hatta “Taxi Driver” karanlığını hissettiren dünyanın etkileri ile kalıcı, nostaljik, dramatik, karanlık, buğulu, çıkmaz sokaklı, nihilist atmoster yaratılmış. Tüm bu yeni dünyanın ve duygu durumlarının ve hikâye anlatıcılığının ipuçlarını bizlere 2019 yılında “Joker” filmi ile Todd Phillips’in verdiğini söylemek zorundayız.

MÜKEMMELİ AŞAN SAHNE

Batman’ın kıyafeti, sinyali, mağara ve batmobil tasarımları bu yeni anlatıma tamamen uyumlu ve çok net bir vizyonun ürünleriydi. Özellikle batmobil tasarımının güçlü, dinamik, ileri ama aynı zamanda old school tasarımı ciddi anlamda kendini gösteriyordu. Batmobil’in başrolde olduğu, mükemmelin aşıldığını söyleyebileceğim “Penguen-Batman araba takip sahnesi” grafik roman estetiğinden fırlamış gibiydi hatta o hikâye kutucuklarının canlandığını hissettirebiliyordu. Oscar, Emmy ve Grammy ödüllü Michael Gicchino tarafından bestelenen filmin ana tema müziğinin seyirciyi hipnotize eden bir melodisi bulunuyordu. En son bu yoğunlukta bir etkiyi Sciario filminin müziğinde hissetmiştim. Ama bu, filmin tüm boyutlarına, karanlığına, hisliliğine ve hissizliğine, umuduna ve umutsuzluğuna eldiven gibi uymuş bir besteydi. Korkutucu psikolijik suç filmi olan “The Batman” filmi grafik roman uyarlamalarının girdiği bu “yeni karanlık modern dönem”in, “Joker” filminden sonra gelen en etkileyici örneği. İki devam filmi daha planlanlanan, üç saat süren bu filmin kesinlikle sinemada izlenmesi gerekli olduğunu da not düşmek isterim.