1 Mayıs’ta meydanda olmak iyi hissettirdi. Ekmek, özgürlük ve adalet istiyorduk, bunlara en az sahip olduğumuz zamanlardan geçerken, ama bir bayram yaşattı meydan.

İçimizin acıdığı zamanlardan geçiyorduk. Hepimizin gururla “oradaydık” dediği Gezi direnişi nedeniyle 18 yıl hapis cezası verilen Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi cezaevinden mesaj göndermişti.

Onların meydanda bizimle, bizim hapiste onlarla olduğumuz bir andı!

Dünyanın en kötü mahkeme kararları listesine girecek kararlarla, hayatının tam 1645 günü çalınmış ve tümünün de çalınmasına hükmedilmiş Kavala’yla, 4 Kasım 2016’da tutuklanıp Edirne F Tipi Cezaevi’ne gönderilen Demirtaş’la aynı adaletsizlik kafesinde hissettik kendimizi.

Bir “Biz” olduğunu hissettirdi 1 Mayıs meydanları… “Biz” olmak, en büyük bayram!

Attila (Aşut) Abi’yle bir türlü buluşamadık meydanda. Kalabalıktı yani. Güray Öz’le birlikte yürüdük, iki BirGün yazarı omuz omuza. Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) pankartı taşıdım bir süre. “Rüzgarlı’nın paryaları” diye anons edilince, Saray’ın değil halkın hizmetkarı gazeteciler olmaktan gurur duyduk.

Karadeniz’in asla boyun eğmeyen delikanlısıAli Rıza (Cihan) Abi yine dimdik yürüyordu SOL Parti kortejinde. Yaş itibariyle genç ve her daim gençlerden oluşan kortejdekilerin her biri bir yerlerden tanıdık, dost. Adaşım Doğan Koç’un Tokat’tan gönderdiği SOL Parti kortejinin videosuna baktık birlikte.

Bir zamanlar onlardan biri olduğum ODTÜ Öğrencileri pankartı önünde fotoğraf çektirdim, “ÖTK’yı biliyor musun, ben onun son başkanıydım” diye hava atarak fotoğrafımı çeken gence. “Biz”liğim 40 yıl eskiye uzandı!

Ne kadar çok meydanı varsa memleketin, hatta dünyanın, hepsinde toplananlar, hep beraber “biz” olduk!

Ve işte Ramazan Bayramı! Bir başka “biz” olma eylemi aslında. Sosyolojinin babalarından sayılan Durkheim, dinin işlevi bireyin ait olduğu topluma olan bağını pekiştirmektir der. Dinsel pratik ve ritüeller, bu tür bayramlar bireyi toplumsal gruba entegre etmek ve sıkıca bağlamak için vardır.

Ben de öyle hissettiren laik bir ailede büyüdüm ve hep öyle düşündüm. Çocuklarımıza da aynı “bayram” duygusunu aktarmaya çalıştık.

Gelin görün ki, “öfkeyi bir hitabet sanatı” sayan partili Cumhurbaşkanı, arkasındaki felsefe “Düşmanlıkların bir kenara bırakıldığı, kırgınlıkların unutulduğu, küslerin barıştığı” diye anlatılan şu bayram mesajında; “Varsın birileri kavgadan, kargaşadan bahsetsin. Varsın birileri, nefret söylemleriyle bayram sevincimize gölge düşürmeye çalışsın. Varsın birileri, çevremizdeki ateşi ülkemize taşımak için provokasyon peşinde koşsun.” diyerek, “biz”i “birileri”ne bölmekten geri durmadı.

Oysa, en eski çağlardan beri, en eski dinlerinkiler dahil, bütün dini bayramlar insanların kendilerine ve birliklerine dair duygularını tazelemek, pekiştirmek için vardır. “Biz”i “birileri” olarak bölmek için değil!

Gazete geçen ay 19’una girdi. 18 yıl, sanırım 36 bayram yazısı yazmışımdır bu köşede. Nasıl keyifli yazılardı ilk yazdıklarım, anamın sabah erkenden kalkıp bayram yemekleri yaptığı günleri anımsayıp anlatırdım.

Gittikçe zorlaştı “bayramlık” yazılar yazmak… Hayatımızın bayram neşesi yıl be yıl çalındı. Ekmek, özgürlük, adalet azaldıkça bayram da azaldı. Laiklik, dini bayramları da keyifle kutlamanın garantisiymiş, anladım.

Asla karamsar değilim ama. Bayramlar insanlık kadar eski ve en karanlık çağlarda bile yok edilemedi.

Daha çok ekmeğimizin, özgürlüğümüzün, adaletin, laikliğin olduğu günler gelecek, mutlaka. Ve bayramları çok daha keyifle kutlayacağız!