Corona virüsünün bize gösterdiği şey, hastalıklarla sadece bireysel ve tıbbi yollarla mücadele edilemeyeceği... Tümgüçlülük yanılsamasına dair de bir uyarı. Teknolojik açıdan ne kadar gelişilirse gelişilsin, bir virüsün insanlığı nasıl tehdit edebileceğine dair yeni bir hatırlatma. Zizek’in dediği gibi, Corona, sahte haberler, komplo teorileri ve ırkçılık virüslerini de harekete geçirdi. Artık bir hastalık varsa, onunla küresel olarak mücadele etmekten başka bir yol yok. İnsanların ve bütün canlıların birbirlerine görünmez bağlarla bağlı olduğunu da gösteriyor. Çin’deki birisi hapşırdığında Avrupa’daki biri ölebiliyor. Tıpkı Corona gibi, hatta ondan daha tehlikeli, görünür felaketlerle de kuşatılmış durumdayız, savaşlar, küresel ısınma, kuraklık, ekonomik krizler... Bütün bu felaketler, bildiğimiz anlamdaki dünyanın sonunu işaret ediyor. Sistem, hata üstüne hata veriyor. Bilgisayarlardaki sistemi çökerten virüsler gibi... Sistemin açıklarını kapatmanın da sonu yok, çünkü sürekli olarak yenilenen sisteme uygun yeni virüsler ortaya çıkıyor.

Corona üzerine düşünürken, ister istemez korku ve ölüm geliyor aklıma. Yaşamın bir parçası olarak ölüm... Günümüz insanı ölümsüzlük yanılsamasıyla öylesine meşgul ki... Bu çağdaki kadar ölüm çıplak kılınmamıştı belki de... Korku, insanı bilinmezliğe doğru yöneltiyor, Sartre’ın dediği gibi varolan kendiliklerimizden uzaklaştırıyor. Ya bütün bu korkularla yaşamayı öğreneceğiz ya da bu korkuları umursamadan, bastırarak yolumuza devam edeceğiz. Ülkemizde daha çok ikinci seçenek tercih ediliyor, umursamamak... Umursamanın bir maliyeti var çünkü.

Bu çağı, kaygı çağı olarak adlandırıyor genellikle düşünürler. Korku nesnesiyle bağını kaybeden biri kaygılanır, yaşadığı duygunun nedenselliğini kaybetmiştir çünkü. Gerçekliğin kolayca üretilebildiği, sahte ve gerçek olanın birbiri içinde eridiği bir zamanda, nedensellikler de göreceli bir hale gelmiş durumda. Psikoterapide ise kaygı, korkuya dönüştürülür, savunmacı bir biçimde nesnesinden koparılan korkuyu bulmaya çalışılır, böylelikle rasyonel bir temel üzerinden yorumlanabilir bir duyguya dönüştürülür kaygı. Bütün ‘yapma’ya odaklı ve tümgüçlülük yanılsaması içine sürüklenen insanlık için kaygıya neden olan korku nesnelerini bulup çıkarmak, elzem bir ihtiyaca dönüşmüş durumda.

Günümüzde daha çok ‘ben-odaklı’ bir yaşamı tercih ediyor insanlar. Ben-odaklı karakterin zorluğu da, her tür kaygı ve korkuya karşı dayanıksız bir egoya sahip oluşu. Çünkü iç kaynaklarıyla ve dünyayla bir bağlantısızlık içinde. Başını akıllı telefonuna gömmüş bir halde başka bir gerçeklikte yaşıyor. Yanılsamalara kolayca kapılıyor oluşu, gerilemeye karşı dirençsizlik, yaşamdaki öncelikleri ve hedeflerinin akışkan ve değişken oluşundaki belirsizlik, Corona virüsü ve diğer felaketler karşısında bir şaşkınlığa sürüklüyor.

Gerçekliği çelişkileriyle birlikte algılayabildiğimizde, tüketim toplumunun ve kültürünün dayattığı insanın yüceliği ve sınırsızlığına dair yanılsamadan sıyrıldığımız ölçüde, felaketlerle yüzleşebilme ve korkularla yaşamayı öğrenebilme kapasitemizde gelişiyor olacak. Her insanın hayatı, doğum ve ölüm, bağlanma ve ayrılma gibi süreçlerden oluşur. İnsanın yaşamı ve gerçeklik, ancak bu çifte anlamlılıklarla anlaşılabilir, olumlu ve olumsuz yanlarıyla görüp kabul edebildiğimizde. Dünya, mutluluk ve korku verici bir yer... Gerçekliğin taleplerine uygun bir biçimde yaşadığımız ölçüde, hiçbir şey şimdiki kadar kaygılandırmayacak.