Ben Wheatley:  Az önce ben ne izledim?

Susamışken soğuk maden suyu içmek gibi Wheatley’nin filmlerinin bıraktığı etki, sizi rahatlatırken beyin donduran cinsten.

Ben Wheatley ilk filmlerini kendi çabalarıyla, çok düşük bütçelerle, eş dostla yaptı ve bugün ‘İngiliz sinemasının yeni parlak yönetmeni kimdir?’ deseler, tereddütsüz ‘Ben Wheatley’ diyecek çok kişi var. Film dünyasındaki kariyeri gerçekten de en heyecan verici isimlerden biri Ben Wheatley; ilk filmi Down Terrace’ı 2009’da geç sayılabilecek bir yaşta (37) çekti ve Dogme 95 hareketinden esintiler taşıyan son filmi Happy New Year, Colin Burstead bu dokuz yıl içinde yönetmenin yedinci filmi. Bu arada kendisi müzik videoları, dizi film yönetmenliği de yaptı. Bu filmlerin bazıları diğerlerinden iyi ama hiçbir tanesi kötü değil... Susamışken soğuk maden suyu içmek gibi Wheatley’nin filmlerinin bıraktığı etki, sizi rahatlatırken beyin donduran cinsten.

İLK İKİ FİLM

Altın bin pound gibi düşük bir bütçe ile arkadaş evinde çekilen ve eş dostun oynadığı yönetmenin ilk filmi Down Terrace (2009) Brighton’da geçiyor ama zenginlerin evlerinin olduğu, liberallerin üst seviyede bir hayat sürdüğü Brighton değil de onun banliyösünde basit bir dünyaya ait bir yerde. Sıradan bir suç ailesinin, aralarında işlerini bozan bir muhbir olduğunu düşünerek onu bulmaya çalıştıkları filmde tek kamera kullanımı, belgesel hissi veren doğal ışık kullanımı ile amatör hissi ağır basıyor. Film bir yandan İngiltere’nin sosyolojik gerçekçilik açıdan bir tablosunu ortaya koyarken bir yandan da şiddet ile kara komediyi iç içe geçiriyor. Bu kara komedi ganster filmi çeşitli festivallerden ödüller aldıktan ve dünya piyasasında talep edilen bir film haline dönüştükten hemen sonra yönetmen hiç hız kaybetmeyerek Kill List filmini çekti. Ve ortaya tabiri caizse Ken Loach ince damarlı bir gerilim/korku filmi çıktı. Bu filmin de bütçesi düşük ama etkisi büyük, zaten film hemen British Independent Film Awards (BIFA) En iyi yönetmen ödülünü aldı. Gözü dönmüş, abartılmış realizm ve yarı emprovize bir stili olan, son derece nevi şahsına münhasır tetikçinin hikayesini anlatan film aile draması gibi başlıyor ardından suç draması gibi davranıyor ve son virajındaki finali ile insanı şoke ediyor. Down Terrace filmindeki hissi Kill List için de kaybetmeyen yönetmen bu filmi de belgesel taklitli çekerek, olan ışığı kullanmış. Bu tercihin iyi ellerde oyuncuların performanslarına konsantrasyonlarına oldukça yarayan bir tercih olduğunu söylemeliyim. Edinilmiş şiddet yerine doğuştan gelen bir şiddet grafiği sunan bu filmi izledikten sonra soracağınız soruyu şimdiden söyleyeyim ‘Az önce ben ne izledim?’ Belki cevabını bulamayacaksınız ama bu soruyu sormaya devam edeceksiniz.

EN İYİ FİLMİ SIGHTSEERS

Hayatımda en çok duyduğum soru ‘Bana film tavsiye etsene’ ve en sık verdiğim cevap ‘Sightseers’. Bu filmi nasıl sevdiğimi anlatamam. Wheatley bu filmde şiddet ile komedi arasındaki ton ayarını çok iyi tutturmuş. Filmin finali, yönetmenin ne kadar cesur, bağımsız ve özgün olduğunun unutulmaz bir kanıtı adeta. Gösterişsiz hatta demode denilebilecek bir İngiliz çift olan Chris ve Tina tatil için yola çıktığı filmde çiftin yol boyunca karşılaştıkları problemleri çözme yöntemleri akıl almaz. İzleyiciyi hem eğlendiren hem de dehşete düşüren bu çiftin verdiği kararlar, tepkiler insanoğlunun en dipte kalmış karanlık yanlarının dışavurumu gibi.

A FIELD IN ENGLAND HIGH RISE, FREE FIRE

Yönetmenin tarzına iyice aşina olduğumuz bu üç film ardından gelen ve bunlardan farklılık gösteren A Field in England, İngiliz iç savaşının alegorisidir. High-Rise filmi ise kadrosunda daha bilindik oyuncuların yer aldığı, kült bilimkurgu yazarı J.G. Ballard’ın aynı adlı distopik bilimkurgu romanından bir uyarlamadır. 70’ler brütalist apartman mimarisini küçük bir evren ölçeği olarak kullanan filmde, toplumun, sınıf farklılığının hızlıca nasıl çöktüğünü ve meselenin sonunda ‘savaş veya öl’ noktasına geldiğini görmekteyiz. Çektiğiniz altıncı filme yürütücü yapımcılardan biri olarak Martin Scorsese de dahil olsa ne hissedersiniz? Çok doğru bir yolda ilerlediğinizi değil mi? İşte yönetmenin son filmi Free Fire bunun göstergesi. Basit bir silah alışverişi yanlış giderse ne olur, gibi basit bir hikayesi olan film Godard’ın ‘Film yapmak için bir kadın ve bir silah yeter’ sözünün kanıtı gibi ve hikâyeden ziyade adrenalin yüklü eğlenceye odaklanmakta.

AMY JUMP'IN HAKKINI VERMEK

Filmlerin yönetmenleri yazarlarından daha çok dikkat çeker. Mesela Peter Jackson desem hepiniz bilirsiniz ama Fran Walsh desem aklınıza bir şey gelmeyebilir. Onlar da -evli ekip- ve Heavenly Creatures filminden itibaren Lord of The Rings üçlemesi de dahil olmak üzere hep beraber üretmişler. Eşi Fran senaryoları yazmış, Peter ise filmlerin yönetmenliğini üstlenmiş. Ben Wheatley ve Amy Jump’ın hikayesi de aynı böyle. Filmlerin yaratıcı aşamasında ve senaryolarında eşi Amy’nin kapladığı alanın hesabı yok ama onların yaratıcı bir -evli ekip- olduklarını kabul etmek ve Ben Wheatley kadar Amy Jump’ın da bu orijinal filmlerdeki eşit katkısını bilmek çok önemli.