2017-2018 eğitim öğretim yılı tüm ağır sorunlarıyla ve olumsuzluklarıyla başladı. Çocukların, gençlerin gördüğü eğitimden okuluna, okulun fiziki yapısından okula nasıl gideceğine, kırtasiye ve giyim masraflarına varana dek sorunlar her yıl biraz daha ağırlaşıyor. Okullarda gencecik zihinlerin dini dogmalarla doldurulması, evrensel ve çağdaş eğitim değerlerinden her yıl daha da uzaklaşılması, gelecek nesiller adına oldukça ürkütücü bir gelecek tehlikesini ortaya koyuyor. Dünya hızla ileri teknolojilere doğru yol alırken, Türkiye’nin büyük bir nüfusa sahip gençliği, ülkedeki politika seçimleri nedeniyle, geri vitesli arabanın içine tıkıştırılmış yokuş aşağı sürükleniyor. Bunun hiç şakası yok, bir an önce eğitimin baştan aşağı yenilenmeye, kökten değiştirilerek ilerici temellere oturtulmaya ihtiyacı var.

Eğitim Sen, bu ayın başlarında önemli bir durum raporu yayınladı. 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Durumu başlığıyla yayımlanan bu raporda eğitimdeki mevcut veriler ve eğilimler değerlendiriliyor. Raporda yer alan ve oldukça önem taşıyan veriler, eğitimdeki ‘piyasa merkezli’ ve yoğun ‘inanç sömürüsüne’ dayanan durumu bir rapor olarak bizlere sunuyor.

Eğitimdeki ağır sorunların iki temel kaynağı var, birincisi kamusal eğitimin tasfiyesi yani ticarileşme eğilimleri, diğeri ise gericileşme yani bilimsel eğitimden dinsel eğitime geçiş.

Geçen haftalarda Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, katıldığı CNN Türk’ün ‘Ne Oluyor?’ programında çok güzel bir örnek verdi. Aydoğan, çoğunluk gibi dindar kesimden velilerin de imam hatipleşmeye karşı olduklarını, çünkü zaten çocuklarına din eğitimini ücretsiz bir şekilde aldırabildiklerini, fakat fen-matematik gibi dersleri aldıramadıklarını ve imam hatipleşmeyle (ve de eğitimde dinselleşmeyle) birlikte bu haklarının tümden ellerinden alındığı konusundaki sıkıntılarını iletiyordu. Eğitimde dinselleşme sorununu tartışırken, hangi pencereden bakılması gerektiğini Aydoğan, kendisinin de yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak oldukça doğru saptamalarla anlattı.

Özellikle 2012-2013 eğitim öğretim yılından itibaren, 4+4+4 modelinin sisteme enjekte edilmesiyle kamusal eğitimden uzaklaşma oldukça hızlanırken, özel okulların sayısında da büyük bir artış yaşandı. Son haberlerde de yer aldığı gibi örneğin İstanbul’da özel okul sayısı devlet okulu sayısını geçti. Eğitim Sen’in raporuna göre, 4+4+4 modeli öncesinde Türkiye’de genel olarak özel okulların resmi okullara oranı yüzde 10 iken, bu oran bugünlerde yüzde 20’ye sıçramıştır. Diğer bir yandan özel lise sayısı yaklaşık 3 kat, özel liselere giren öğrenci sayısı ise yaklaşık 4 kat artış yaşamış gözüküyor. Toplamda 1472 okul, özel okula dönüştürülürken özel okul sayısı 10 kat, özel okula giden öğrenci sayısı ise toplamda 12 kat arttı.

Burada elbette bölgesel farklılıkları göz önüne almak gerekiyor. Gelir dağılımı içinde düşük sıralarda yer alan kentlerde hâlâ devlet okulları ağırlık taşıyor. Ne var ki yoksul kentlerde özel okullaşmanın düşük olmasına artık ne iyi ne de kötü diyebiliyoruz. Çünkü özel okullar, aslen birer ticarethane olsalar da, dinsel eğitimi de minimum düzeye indirebilme esnekliğine sahip. Zaten Türkiye genelinde çocuklarını krediyle, borçla harçla özel okula gönderen veliler de bu motivasyonla hareket ediyorlar.

Nitekim parası olan, borçlanabilen, bazen oturduğu evi bile satmaktan çekinmeyen bir azınlık çocuklarını özel okula gönderiyor. Ya geride kalan çoğunluk?

2002 yılında yaklaşık 71 bin olan imam hatip öğrencilerinin sayısı bugünlerde 645 bin 318’e ulaştı. İşte bu rakamla birlikte tüm veriler değerlendirildiğinde, ülkenin içine sürüklendiği girdap ortaya çıkıyor.

Eğitim gibi yaşamın en temel alanlarından birini topyekûn, antidemokratik bir şekilde değiştirmek, hatta yapboz tahtasına dönüştürmenin toplumsal bedeli oldukça ağır ve daha da ağırlaşacak. Eğitimi özelleştirmek, toplumu özel okullara mahkûm etmek, diğer bir yandan eğitimi evrensel değerlerinden kopararak bilimden uzaklaştırmak, bu ülkeye ve insanlarına yapılmış en büyük haksızlıktır.