Dicle Hukuk Fakültesi’ni daha yarılamamıştı, tek bir amacı vardı; Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) avukat olmak. Oysa okulu daha bitirip bitiremeyeceği dahi belli değildi. Ne mal-mülk, ne insanın içini dışını ısıtan para hayali, ne bir kürsüde hâkim olmak, ne de parlak başka bir kariyer. Belki sonra oldu; Diyarbakır’ın havasından. Belki daha doğmadan alnına yazılmıştı, memleketinden mi; Kanlı sisli Maraş anılarından. Belki üniversiteden; polisin defalarca işkenceli sorgularından geçtiğinden. Kim bilir ama bu böyle oldu.

Daha meslekte iki yılı dolmamıştı ki, Malatya DGM’de bir öğleden sonra 2 Nolu’nun başkanı Şahin Kurt odasına çağırdı. Bu Şahin Kurt’u biraz anlatmalıyım: Ülke çapında sadece dokuz tane DGM vardı, hepsi fiyakalı hâkimlerden müteşekkildi, DGM salonlarının tozunu yutmuş avukatlar içinde o namlı bir başkandı, soyadı koyu milliyetçiliğinin deliliydi sanki tabi ince bıyıkları da vardı, uzun boyluydu, cezacıydı ama okuyan ve geleceği olabilecek gençlere acırdı, git okulunu oku derdi tahliye kararını okuduğu anda. Türkiye’de ilk terör hukuku kitabını yazmış adamdı, bununla -galiba bir parça- övünürdü.

O DGM’lerden ne insanlar geçti kadınlar, gençler, doksanında ihtiyarlar, Türkçe bilmediği için iki kelime edemeyenler, hâkimin kürsüsüne vurup burası hak makamı diyenler, dağdakine ekmek verdi diye dara atılan iki gözü birden kör adamlar, Avrupa’dan gelip derhal dağa gidip Mercanlar’da bir yeraltı kampında daha ilk gününde bir hava bombardımanında iki bacağını birden kaybedenler daha kimler kimler... Şahin Bey kırmızı cübbesi, ince bıyığıyla tepede kürsüde onları birer birer süzer, genç avukat aşağıda onlarla eşit hizada, savunmada.

Bu Şahin Bey, karşısında henüz yirmi dördündeki Yılmaz’a, “DGM avukatlığını bırak, çok başarılısın, başka işler al, yoksa başına başka işler gelecek” deyiverdi. İstihbaratçıdan, polisten, odasına sık gelen JİTEM’cilerden duyduklarından belki, fakat aslında onu bal gibi korumak istediğinden, bunları söylemişti. “Aynı yönde mesleğimi icra edeceğim, emin olun, ama ben DGM’de avukatlık yapmak için hukuk okudum” dedi genç adam.

Bu konuşmadan yıllar sonraydı, genç avukat artık ömrünün ortasında Ulus’ta heykelin yanında, Şahin Kurt karşı yolda karşılıklı tanıma, ani bir sarılış, gözyaşı yaşlı hâkimin gözünde, o yıllara ve inançlarında direten o genç adama bir saygı.

Avukat Yılmaz ömrünü DGM’ye, yolu periyodik olarak hapishanelere düşen devrimcilere, ölüm orucuna girip çıkanlar ile çıkamayanlara, dil bilmez yaşlı köylülere ve diğer mazlum insanlara adadı. Bu arada hayatını adadığı Malatya’ya bir yerel televizyon kanalı ve gazete kazandırmışlığı da vardır. Avukatlık denildiğinde adı polislerde, JİTEM’cilerde belki husumet; en benim diyen hâkimlerde ise sadece saygınlık uyandırdı. Sizin anlayacağınız Şahin Bey bir istisna değildi.

Ve bu tertemiz, saygın, dostları ve hapse atılmışlar dışında pek de bilinmeyen hayat, birdenbire yapma bir casusluk suçlaması, ardından gelen sahte bir tutuklama kararı ile Almanya-Türkiye arasında kriz haberlerine konu oldu. Hâlbuki -bilen bilir- onun adı, az sayıda insana nasip olacak ölçüde bir saygınlığı akla getirir.

Ne mahkemeleriniz, ne sahte yayınlarınız ona yaklaşamaz, saldırılarınız onun adını yüceltir sadece. Yılmaz S. (basın onu böyle yazdı) adı alın teriyle, emekle, fedakârlıkla, bilgiyle kazanılmıştır, yıkılmaz.