Bu köşede yoksulluk, solun yoksullarla ilişkileri ve siyasetin bu ilişkiler üzerinden kurulması gerektiğine dair gündelik dille epey yazı yazdım ve yazmaya da devam edeceğim, kesin.

Prof. Dr. Necmi Erdoğan da, aramızdaki “görüşme” hukukuna dayanarak Necmi diyeceğim, büyük ölçüde araştırmalara ve akademik literatüre dayanarak, geçen perşembe ve cuma günü “Günümüz yoksulluğu üstüne notlar” yazdı. Yoksullarla ilişkide devrimci seçeneğin ne olduğuna dair tümüyle katıldığım saptamalar yaptı.

İki bölümlük bu dizi yazının dün sona eren ilk bölümünü kaçırdıysanız mutlaka dönüp okumanızı, haftaya yayımlanacak ikinci bölümünü de kaçırmamanızı öneririm.

Necmi’nin yazdıkları; bizi “gariplerin bu dünyayı yakmasından” “gariplerin bir başka dünyayı kurmasına” ve yoksulluğun Manifesto’da sözü edilen anlamıyla bir “hayalet” olarak dolaşabilmesine dair düşünmeye zorlarken, böylesi bir düşünme pratiğinin de çerçevesini çiziyor.

Geçenlerde, bu köşede; kazanıp kaybetmeyi doların inişinde çıkışında aramayanlardan, ekmek kuyruklarındakilerden, et-süt-yoğurt alamayanlardan, pazar atıklarından sebze meyve toplayanlardan, kış dondurmaya başlamışken elektriği-doğalgazı kesilmiş olanlardan, çocuklarını okula beslenmesini koyamadan gönderenlerden bahisle, “Hep bunları konuşup bunları yazıyoruz. Muhalefet bunları anlatıyor. Siyasal özneler buradan kuruyorlar söylemlerini. Oysa, asıl eylemi buradan kurmak gerek!” demiştim.

“İnsanların zaten yaşayarak kemiklerine kadar hissettikleri yoksulluğu, açlığı, sefaleti anlatarak siyasetin gidebileceği fazla bir yol kalmadı”, diye de eklemiştim.

Necmi’nin; “… yoksulların ‘görülmesinin’ de yoksulluğu üreten toplumsal ilişkileri yeniden üretmesi pekâlâ mümkündür. Yani görmezden gelmenin ve şefkat, hayırseverlik veya sosyal politika konusu olarak görmenin her ikisi de özne-nesne ilişkisini esasen değiştirmez. … Tek sahici seçenek devrimci seçenektir: Dönüp kendine de bakarak, onlarla ‘gör-üş-mek’ ki onlar bakışın -ve haliyle siyasetin- özneleri haline gelsinler. Yoksulları görmek değil, yoksullarla gör-üş-mek. Öznenin tek yanlı bir algısı olarak görmek yerine, ortak-kolektif bir eylem, öznenin nesneleştiği, nesnenin özneleştiği bir karşılıklı ilişki olarak görüşmek” diyerek anlattığı da aynı şey.

Kapitalist hayatın doğal akışı içinde yoksulluk derinleşecek, git gide dayanılmaz olacak, insanlar yaşadıkları koşullara ve onu yaratan kapitalizme isyan edecekler; oradan da daha toplumcu, eşitlikçi bir düzen çıkacak diyen bir devrimci düşünce olamaz.

Böylesi bir gidişattan devrimci patlamaların değil, tam tersine toplumsal çöküşlerin çıkması ve bunun üzerinde de örgütlü azınlıkların otoriter faşizan yönetimlerinin yükselmesi, tarihin sıklıkla karşımıza çıkardığı durumlardır.

Böylesi bir gidişattan çıksa çıksa yere düşen madenciye tekme atanların iktidarı çıkar!

Yoksulluğun Marx’ın “hayalet”ine dönüşmesi için, yere düşen madenciyi ve ona tekme atanı “görmek” ve hatta siyaset yapma adına tekrar tekrar göstermek de yetmez. Yere düşen madenciyle birlikte olmak ve birlikte onu düştüğü yerden kaldırma pratikleri geliştirebilmekle, bunu solun siyaset tarzına ve yaşam biçimine dönüştürebilmekle olur.

Sol siyasetin başarısı yoksullara içeriden bakarak, onlarla ve dahası onların düştükleri yerden kalkabilirlikleriyle görünür olmaktan geçiyor.

Bir başka dünyanın kurulabileceğine, yoksulların gündelik yaşamlarında da farklılıklar yaratarak yoksulları ve onlarla birlikte kendinizi de gerçekten ikna ettiğinizde, işte ancak o zaman “bir başka dünyayı garipler kurar!”