Çocukluk yıllarımızda masallarla öyle derin bir ilişki kurarız ki, yaşımız ne kadar ilerlerse ilerlesin, okuduğumuz ve dinlediğimiz masalları bilinçli ve bilinçdışı zihnimizin bir köşesinde taşırız. Birey olma, toplumsallaşma, değer geliştirme sürecinde ilk derslerimizi masallardan almamızın bunda etkisi olsa gerek.

Benim favori masalım, Fareli Köyün Kavalcısı; farelerin istilasına uğrayan bir köyü belli bir ücret karşılığı sihirli flütüyle kurtaran, söz verilen ödeme yapılmayınca köyün tüm çocuklarını aynı flütün nameleriyle alıp götüren ürkütücü karakterin öyküsü.

Bize Grimm Kardeşler aracılığıyla ulaşmasına rağmen, asıl adı Pied Piper of Hamelin (Hamelin’in Süslü Kavalcısı) olan bu hikâye, çok eski bir olaya dayanıyor. Hannover’e 50 km. mesafede bulunan ve hâlâ turistik bir mekân olarak ilgi çekmeyi sürdüren Hamelin kasabasının kayıtlarında, 1384 yılında şöyle bir bilgi var: “Çocuklarımız gideli 100 yıl oldu.”

Kasabanın sembolü olan Rattenfängerhaus (Fare Yakalayan’ın Evi) adlı binada şöyle bir yazı var: “1284 yılının 26 Temmuzunda, Aziz John ve Aziz Paul Günü’nde, Hamelin’de doğmuş 130 çocuk, süslü kıyafetler giymiş kavalcının peşinden Koppen yakınlarındaki Calvary’ye gittiler ve kayboldular.”
Ortaçağ boyunca Hamelin’in Süslü Kavalcısı’ndan pek çok yerde söz edildiği, el yazmalarında bu olayın anlatıldığı biliniyor. Buradan, hikâyenin belli ölçüde bir gerçeklik taşıdığı sonucuna varmak mümkün. Zaten masalın maddi çıkış noktasının tartışıldığı bazı araştırmalar da var. Bu çalışmalarda, veba ya da benzer bir salgın hastalık sonucu çok sayıda çocuğun ölmüş olabileceği ve çocukları alıp götüren Kavalcı’nın da ölümün sembolü olduğundan başlayıp, 1212’de düzenlenen ve en az 30 bin çocuğun yollarda kaybolmasına, ölmesine, Afrika’ya götürülüp köle olarak satılmasına yol açan ‘Çocukların Haçlı Seferi’nin toplumsal bellekteki etkilerinden üretilmiş olabileceğine kadar giden çok sayıda hipotezle karşılaşıyoruz.

***

Bu çalışmaların bence en yetkin olanı, 2000’de The American Journal of Psychoanalysis’de yayımlandı. The Pied Piper of Hamelin: Folklore Encounters Malevolent Cults (Fareli Köyün Kavalcısı: Folklor’un Kötücül Tarikatlerle Karşılaşması) başlıklı makalede Stanley Rosenman, başta Çocukların Haçlı Seferi olmak üzere, ortaçağ Avrupası ve özellikle Almanya’da çocukların ölümcül biçimde istismar edilişinin izlerini sürüyor. (Vol 60, No 1, s.29-55)

Rosenman ‘kötücül tarikat’in tanımını şöyle yapıyor: “Aşırılık ve bağnazlık içeren totaliter bir despotlukları vardır. Pek de geleneksel olmayan inanç kurallarıyla hayatın pek çok sorununu çözdükleri iddiasındadırlar. Bu tarikatlerin üyeleri ‘Hakikat’in gerçek sahibiyken, tarikat dışındakiler ahlaki yönden aşağılık olarak görülür. Laik yasalar lanetlenir. Bireyselliğe saygı duyulmayan bu totalist tarikatler, kalabalık gruplar biçiminde örgütledikleri üyelerin düşünmesini engelleyecek ve fikirlerini istendiği gibi belirleyecek dua ve zikir ayinlerine çok zaman ayırırlar.”

Hayır efendim, Rosenman Türkiye’deki tarikatlerden söz etmiyor! İnsan denen canlının tüm kültürel farklılıklara rağmen iyilik ve kötülük gibi temel kavramlarda nasıl ortaklaşabildiğinin sosyo-psikolojik analizini yaparken, ‘kötücül tarikat’in evrensel boyutunu da tanımlamış oluyor. Çocukların inanmış birer Nazi olarak yetiştirilmesine yönelik Nazi gençlik kamplarının bundan 700 yıl önceki kilise istismarlarıyla nasıl benzeştiğini vurgularken, makalenin yayımlanmasından 22 yıl sonra Türkiye’de haber konusu olacak korkunç çocuk istismarının temelindeki çarpıklığı da tanımlamış oluyor.

Bu ülkede tarih boyunca var olan ama AKP iktidarıyla belli bir hareket özgürlüğüne kavuşan bir kötücüllük bu... Lakin, çoğu insanın dalga geçtiği, küçümsediği şu Z Kuşağı var ya, işte onların sesi kavalcının sesini bastıracak. Bu çocuklar kaybolmayacak.