Prof. Melih Bulu, diğerlerini en azından benim bilmediğim YÖK’ün Cumhurbaşkanı’na önerdiği adaylar arasından “seçilerek” Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atandı. Şans işte!

Bugünün Türkiye’sinde “şans” olağanüstü önem kazandı ama şansa inanlar her yerde.

Almanya’dan genç bir hukukçu tanıyorum. İki yıldır avukat, savcı ya da yargıç olabilmek için geçmek zorunda olduğu yazılı ve sözlü sınavlara gecesini gündüzüne katarak çalıştığına tanığım. Yazılıyı geçti, sözlüde de olağanüstü başarılı olarak yargıç bile olabilecek bir puan aldı.

Bütün bu süreçte kendi bilgi ve birikiminden başka bir şeyin etkili olabileceği hiç aklına gelmemişti, ama başardığında o da şansına şükrediyordu: Sözlü de jüride olabilecek çok sert bir yargıca denk gelmemiş. Şans işte!

Hafta başında, son yıllarda çok sık rastladığımız haberlerden biri vardı gazetelerde. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde açılan bir kişilik araştırma görevlisi kadrosuna, rektör yardımcısı profesörün kızı seçilmiş. Sınavı kazanır, seçilir. Ne var bunda?

Ancak, haberde bit yeniği aranan yer şurası; sözlü sınava hak kazanan 10 kişi arasında sonuncu olan arkadaş sözlüde birinci olurken diğer 9 aday barajı bile geçememiş. Şans işte!

Üniversitelerde ve diğer kamu atamalarında bu “şans” faktörü ne kadar çok işe yarıyor, dikkatinizi çekiyordur.

Üniversitelere baktığınızda en fazla rektörün tıptan geldiğini görüyoruz ama son 5 yılda ilahiyat mezunu rektörlerin sayısında dikkat çekici bir artış yaşanıyormuş. Geçenlerde baktığım bir araştırma, 10 yıl önce hiç ilahiyat mezunu rektör yokken (bu da bir başka “şans” olabilir) 2016’dan sonra 37 ilahiyat profesöründen birinin rektör olduğunu söylüyordu. “2016 sonrasındaki atamalardan sonra bazı üniversitelerin yerel ve uluslararası sıralamada geriledikleri de saptanmış.”

Prof. Bulu’nun “şans”ı içindeki “şans”, atandığı günden beri, üniversiteyi birlikte yönetebileceği bir tek yardımcı, bir tek danışman bulamıyor olması! Hiçbir Boğaziçili öğretim üyesi rektör yardımcılığını ve Prof. Bulu’yla birlikte çalışmayı kabul etmiyor. Öğrenciler protesto ediyor. Hocalar her öğle vakti polis ablukasındaki kampüste rektörlüğe arkalarını dönüyorlar. “Şansı” yaver gider ve bir yol bulunur galiba ama Prof. Bulu, Boğaziçi kriterlerini karşılayamadığından, herhangi bir bölümde kadro alabilmiş de değil.

Boğaziçi’ndeki itirazın nedeni çok basit. Hocalar ve öğrenciler, yöneticileri olacak kişinin, kurumun gelenekleri ve kriterleri de hiçe sayılarak, kendilerine hiç danışılmadan atanması yöntemine karşı çıkıyorlar. Üniversite kendi yöneticisini seçer, seçmelidir, diyorlar.

Seçebilirler mi? Şansları varsa seçerler!

Düşündürücü olan, ezici çoğunluğu üniversitenin kendi rektörünü seçmesi gerektiğini düşünen akademi camiasının, ülkenin diğer üniversitelerindeki hocaların Boğaziçi’nde yaşananlar karşısındaki suskunlukları. Geçmişte, yılda birkaç kez cübbe giyip Anıtkabir’e “Ata’ya şikayet”e gidenler, şimdi bu suskunluklarıyla kendi “şans”larını da yaratıyorlar.

Wikipedia’da, “Romalı düşünür, devlet adamı ve oyun yazarı” olduğunu okuyabileceğiniz Stoacı felsefenin kurucularından Lucius Annaeus Seneca’nın şansa dair sözünü çok severim: Şans, hazırlık ve fırsatın buluşmasıdır!

Hazırlık yoksa fırsat önünüze gelse de boşuna. Bugünün şanslıları, hazırlıklarını bir partinin saflarına katılarak yapıyorlar! Ama, yarın rektörünü kendi seçen bir üniversite olacaksa, o da şimdi Boğaziçi’nde yapılan “hazırlık” sayesinde olacak.

Bogaziçi’nin direnişi, rektörünü kendisi seçecek bir üniversitenin “şansı” olacak.