Çoğu zaman eleştiri konusu yapılan ortak bir program etrafında birleşmek, 6’lı masanın siyasi karakteriyle uyuşmuyor. Bu yönde atılan adımların ittifakın kırılgan yapısını derhal ortaya çıkardığına tanık oluyoruz.

Bolivar altılı masayı çeker mi?
Fotoğraf: CHP

Amerikalı yazar O. Henry’nin bir tren soygununu anlattığı öyküsünde, altınları çalan iki hırsızdan birinin atı kaçarken yaralanır. Tek atla bir süre yol alırlar. Mola verdikleri esnada ganimeti de bölüşmeye karar verirler. Atı olmayan hırsız kendisini bırakmadığı için arkadaşına minnettardır. “Senin gibisi bulunmaz” der ve henüz sözünü bitirmeden alnına dayanmış demirin soğukluğunu hisseder. Silahı tutan dostu üzüntü içinde, bitap düşmüş atını gösterir: “Ben de senden iyisini bulamam. Ama görüyorsun, atım Bolivar iki kişiyi çekemez!”

2 kişiyi çekemeyen Bolivar, 6 kişiyi çeker mi peki?

Sorunun yanıtını tartışmak için biraz lafı uzatma pahasına, siyasi literatürümüzün en enteresan metaforlarından birisinin serüveniyle devam edelim.

***

Öyküleri tüm dünyada sevilen O. Henry’nin kitapları Türkçe’ye de çevrildi. ‘Bolivar İki Kişiyi Çekemez’ ise sadece 1939’da basıldı. Şimdilerde hatırlayan da okuyan da pek azdır. Lakin kitabın bizim için önemi, içeriğinden ziyade adından gelir. Türkiye siyasetinde şahıslarda simgeleşen iktidar mücadelelerini anlatırken başvurulan bir metafora dönüşmüştür. Kimi zaman İttihatçıların güç savaşında, kimi zaman Atatürk-Kazım Karabekir çekişmesinde atıf yapıldı. Hafızalarda yer edinen kullanımı ise 12 Mart darbesiyle ilgiliydi. Muhtıra sonucu istifa eden Demirel son resmi imzasını atmadan önce, Genelkurmay’ın ‘emekliliğe sevk edilecek askerler’ listesine bakıp, böyle demişti: “Bolivar iki kişiyi çekemez!”

Kastettiği şey, 9 Mart’ın albaylar cuntasının kendilerini de tasfiye edip arzuladıklarının tam aksi bir rejim inşa edecek olan 12 Mart muhtırasına dönüşmesiydi. Solcu bilinen Faruk Gürler-Muhsin Batur ikilisini 12 Mart sabahı karşılarında gören kimi çevrelerin kısa süreli yaşadığı ‘demokratik devrim neşesi’, siyasi tarihimizin ender şoke edici anlarından birisidir. Ama bu anın hemen öncesinin, toplumun emekçi kesimlerinin ilk defa siyasette ipleri eline almaya başladığı bir dönem olduğunu da unutmamak lazım. Nitekim iktidar değişiminin ardındaki esas gerçeğe Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Toplumsal uyanış iktisadi gelişmenin önüne geçti” sözüyle işaret ediyordu. Sermayenin çıkarlarıyla toplumun çıkarlarının koptuğunu; toplumun, tekrar iktisadi ihtiyaçların sınırlarına çekilmesi için devletin yeniden organize edilmesi gerektiğini anlatıyordu, darbenin paşası. Raydan çıkanın devlet değil toplum olduğunu ve toplumun değiştirileceğini söylüyordu ve bir daha da Türkiye siyasetinde toplumun dinamik kesimlerinin, belli bir politika etrafında kümelenerek ister seçimli temsil, ister örgütlü temsil yoluyla olsun, devleti değiştirmeye kalkmasının önüne geçiliyordu. İstihbarat, kontrgerilla, çete-mafya, ülkücü militan vs. aparatlarıyla güçlendirilen devletin yeni formunun, yozlaştırıcı biçimde topluma nüfuz etmesiydi esas değişim.

12 Mart’ın dinamikleri bambaşka bir konu elbette ama Demirel, devlet zemininde cereyan eden iktidar mücadelesine bakıp son derece isabetli şekilde, Bolivar metaforunu belki de son kez kullanan kişiydi. Toplumun ihtiyaçlarıyla devletin ihtiyaçlarını karıştıran; iktidar mücadelesini şahısların mücadelesine indirgeyen; bürokratik kadroların değişimiyle rejimin de istenen şekilde değişeceğine inanan; politikayı toplumdan koparıp ittifaklar ve klikler çatışması üzerine bina eden bir siyasette, Bolivar da iki kişiyi hiç bir zaman çekemiyordu. Siyasetin zemininin eskisinden daha fazla toplumdan koptuğu ve tamamen devlete kaydığı bugün, 6 kişiyi nasıl çekecek öyleyse?

***

Fransa’da Mitterrand liderliğindeki sosyalist ittifakı iktidara taşıyan 1981 seçimlerinin ardından, De Gaulle hükümetinin gerici Adalet Bakanı Alain Peyrefitte dehşet içinde şöyle demişti: “Seçimler hükümeti değiştirmek için yapılır, toplumu değil!”

İşte bugün her seçimde toplumu da değiştiren, değiştirmek için bütün imkânlarını seferber eden şahsileşmiş bir iktidara karşı, 6’lı masa olarak kodlanan muhalefet blokunun hareket ettiği zemin de devletin el değiştirmesiyle sınırlı görünüyor. Doğal da zira ittifak farklı toplumsal kesimlerin statükosunu olduğu gibi koruma üzerine inşa edildi. Hatta yegâne sigortası bu gibi.

Yani çoğu zaman eleştiri konusu yapılan ortak bir program etrafında birleşmek ve programı toplumsal bir mobilizasyonun manivelası haline getirmek, 6’lı masanın siyasi karakteriyle uyuşmuyor. Kimi zaman bu yönde atılan adımların ittifakın kırılgan yapısını derhal ortaya çıkardığına tanık oluyoruz zaten. Niye tek bir söylem, politika ve benzeri nedenlerle ortaya çıkamadıklarının yanıtı burada yatıyor işte. Siyasetçilerin kibri, kişiliği filan değil mesele; bizatihi onları masada tutan şey, aynı programdan olabildiğince kaçınmak. 6’lı masanın toplumda yaratması beklenen heyecanın hala tam olarak oryaya çıkamamasının veya toplumla arzu edilen sıcaklıkta buluşamamasının sebebi buralarda da aranmalı.

Haliyle kimin aday olacağı sorunu, kazanan birini bulmaktan çok öte bir anlama kavuşuyor. Aday namzetlerinin tamamı seçimi kazanabilir fakat sonuçta ortaya çıkacak iktidar mimarisi aynı olmayacaktır. Devlet odaklı bir siyasette o meşum yasa işleyecek ve Bolivar bırakın iki kişiyi, 6 kişiyi hiç çekmeyecektir. Dolayısıyla iktidar mücadelesi içinde bir iktidar mücadelesinin, ilerleyen günlerde daha da belirgin şekilde kendini ortaya koyacağı muhakkak.