Bir aya yakın bir süredir devlet-mafya-siyaset – kısaca DMS bağlamında ortalığa saçılanlar, bir büyük çöküntünün varlığını kanıtlıyor.
Ülke içindeki gelişmeler, kaçınılmaz olarak, dış ilişkilere de çok olumsuz yansıyor.

Toplum DMS üçgenine sıkıştırılınca, diğer yaşamsal sorunlar kolayca unutturuluyor; çocuk istismarından çay üreticilerinin sömürüsüne dek pek çok önemli olay görmezden geliniyor.


‘DAHA NELER OLACAK’ NE DEMEK?

Erdoğan’ın, şu “ürkütücü” sözlerinin altı, haftanın olayı olarak, öncelikle ve özellikle çizilmelidir: “İkizdere yetmedi bir de Çayeli'ne gitti. Orada da gerekeni yaptılar… Bu daha bir. Daha neler olacak neler, daha dur bakalım. Bunlar iyi günler.”

Erdoğan, bu “tarihi” sözleriyle geçen hafta Rize’de İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e kalabalıklardan gelen engelleme ve saldırıları “gerekeni yaptılar” diyerek açıkça haklı bulmakla kalmıyor “bunlar iyi günler” diyerek geleceği de açıklıyor.

Kolluk kuvvetlerini, yargıyı ve tüm kamu yönetimini tek elden yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu sözlerinin “ilk sonucunun” muhalefeti sokak saldırılarıyla yıldırmak olacağını hiç kuşkusuz bilir. Siyaseti sokak çatışmalarına taşıyan bu anlayışın sonunun nereye varacağı net olarak öngörülemezse de karanlık olacağı kesindir

Sokak saldırılılarını siyasetin bir parçası yapan bu sözlerin tekrar tekrar okunması, akıllara kazınması ve bu gidişe kesinlikle dur denilmesi düzleminde çözümlenmesi gerekiyor.

BATAN AB Mİ? YOKSA…

AKP iktidarı ülkeyi yalnız içeride değil, dışarıda da uçuruma sürüklüyor.

Ülkenin yaşamakta olduğu AB’den uzaklaştırılması süreci her gün yeni bir boyut kazanıyor. Yıllardır hemen her açılış ya da kamuya açık toplantılarda, toptancı bir yaklaşımla, iktidar, “Avrupa Türkiye düşmanıdır; Avrupa İslam düşmanlığı yarışına girmiştir” vurgusu yapıyor. Buna karşılık, son anketlere göre, bu ülke halkının büyük çoğunluğu “hala” Avrupa ile yakınlaşma istiyor. Kaldı ki, birçok Müslüman ülkesinden kaçan ya da göçenler, canları pahasına, kendilerini Avrupa’ya atmak için çırpınıyor. Müslümanların bu “düşmanlarına koşma” sürecinin ayrıca açıklanması gereği bir tarafa, iktidarın Avrupa diye suçladığı, bu köşede de sıkça vurgulandığı gibi, aslında hukukun evrensel ilkeleridir; bilimsel bilgidir; çağdaş sanattır.

Bilimsel bilgi konusunu başka bir yazıya bırakarak, önce sanatla ilgili bir olaya değinelim sonra da hukuka gelelim.

İçlerinde “kardeş” Azerbaycan’ın da yer aldığı 39 ülkenin katılımıyla yapılan 65. Eurovizyon Şarkı Yarışması geçen hafta, 22 Mayıs’ta sonuçlandı. AKP iktidarının sanatla ilgili kurumsal yapıları ve sanatçıları baskı altında tutmasının da bir sonucu olarak Türkiye, 2012’den buyana bu müzik yarışmasına katılamıyor. Böylelikle, bu ülkenin müzikle uğraşan gençlerinin sanatta da kendilerini geliştirmelerinin önü yıllardır acımazsızca kesilmiş oluyor.

Hukuka gelince, geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu-AP, Birlik yönetiminin, “Türkiye 2019-2020 Raporu” ile önerdiği “tam üyelik görüşmelerinin askıya alınması” isteğini onayladı. Üyelik görüşmeleri noktalandı. Parlamento başkanı bunun gerekçesi olarak “Türkiye’de hukuk devleti ve temel haklara saygı konusunda kaygıları olduğunu” açıkladı.

Daha özelde AKP iktidarı, AB Komisyonu ve Konseyi tarafından yine yıllardır istenmesine karşın, bir “yolsuzlukla mücadele ve saydamlık yasası” çıkarmamakta inat ediyor. Son açıklamaların da kanıtladığı gibi, Türkiye, başta eroin ve kokain olmak üzere uluslararası uyuşturucu üssü ülke özelliği kazanıyor.

Yolsuzluk, son bir haftada yaşananların bir kez daha kanıtladığı gibi, yalnız kamu yönetimini içinden çürütmekle kalmıyor; toplum ahlakını da ekonomiyi de batırıyor.

Kısaca, iktidar, tek sözcükle, ülkeyi karartıyor. İç ve dış gelişmeler, toplumu çok daha karanlık ortamlara götürecek gizil gücü içeren bir özellik kazanmış bulunuyor. Ve bunun kesinlikle böyle gitmemesi, muhalefetin her türlü kişisellikten uzak ve ilkelerde birleşen bir anlayışla bu gidişe bir an önce dur demesi gerekiyor.