Bu filmde bambaşka hikâyeler var

Yılın filmleri içinde en fazla merak ettiğim, en çok görmek istediğim Chloé Zhao’nun “Nomadland”ı. Adını ilk duyduğumdan beri de öyle oldu. Öncelikle de Frances McDormand’ın varlığı nedeniyle. Bunca yıldır sinema sanatı dışındaki herhangi bir konuyla gündeme gelmemekte titizlik gösteren, hatta çoğu kişinin Joel Coen ile evli olduğunu bile bilmediği bu harikulade oyuncu, savaşkan sinema âşığı, kadın hakları eylemcisi, aynı zamanda filmin yapımcılarından biri. Peter Spears ile (o da yapımcı) ikisi, Jessica Bruder’ın 2017 basımı kurmaca olmayan kitabı “Nomadland: Surviving America in the Twenty-First Century”in haklarını da alanlardan… “Nomadland”ın bana çekici gelmesinin bir diğer nedeni ise, filmde en beğendiğim aktörlerden biri olan, ekonomik oyun üstadı David Strathairn’in de oynuyor olması.

BAZI HAYELLERİM VARDI

Bütün hevesime, sabırsızlığıma karşın “Nomadland” şu anda bile görmediğim bir film. Bazı hayallerim vardı, filmin dünyası üzerine. Eğer görüntü yönetmeni Joshua James Richards’ın başka herhangi bir filmini görmüş olsaymışım, gözümün önüne görüntüler de gelirdi elbet. Görmemiştim ama iki gün öncesine kadar. Sonra MUBİ’de oynayan Chloé Zhao filmi “Songs My Brothers Taught Me / Ağabeylerimin Bana Öğrettiği Şarkılar”ı gördüm ve “Nomadland”e ilişkin olarak kurduğum hayallerin yıkılmayacağını anladım. Besbelli Joshua James Richards da Zhoa ve Frances McDormand’la birlikte filmi şekillendiren üç kişiden biri. Bu nedenle onun Francis Lee’nin filmi “God’s Own Country”si (Birleşik Krallık, 2017) ve Frances Bodomo’nun “Boneshaker”ı (ABD 2013) ile ”Afronauts”unu da (ABD 2014) bir yerlerde yakalayıp görmek istiyorum. İki-üç eleştirmenin Chloé’nin filmleriyle ilgili olarak sözünü ettiği “Malick etkisi/görselleri” laflarının da kısmen Richards’dan kaynaklandığı anlaşılıyor.

Bu arada yönetmenimiz “Songs My Brothers Taught Me” (2016), “The Rider” (2018) ve “Nomadland”de hep Richards ile çalışmış. Kubrick’inkini hatırlatan bir tempo ile filmi çektiği söylenen ve onun gibi filmlerinin kurgusuna yaklaşık bir yıl ayıran Malick ise hep aynı görüntü yönetmeniyle olmasa da hep aynı sanat yönetmeni ile Jack Fisk’le çalışır. Aynı zamanda yapım tasarımcısı, aktör ve yönetmen olan Fisk’in ilk filmi (beş filmi var) “Raggedy Man”i çok iyi hatırlarım. Başrolünde 1974’ten beri evli olduğu aktris Sissy Spacek oynuyordu, hatırlayan kaldıysa… Malick sadece “A Hidden Life / Gizli Bir Yaşam”da Jörg Widmer’le görüntü yönetmeni olarak çalışmış olsa da Widmer onun daha önce Emmanuel Lubezki ile çalıştığı filmlerin (2005 yapımı “The New World / Yeni Dünya: Amerika’nın Keşfi”nden beri) stedikem operatörü ve ikinci ünit görüntü yönetmeniydi.

İKİ BÜYÜME HİKÂYESİ

“Ağabeylerimin Bana Öğrettiği Şarkılar” ise Chloé Zhao’nun son filmi gibi göçebeler arasında değil, Lakota Kızılderilileri arasında, onların bir rezervasyonunda geçiyor: Güney Dakota’daki Pine Ridge rezervasyonunda, 1890’da Lakota halkının katliâma uğradığı Wounded Knee’de. “Bury My Heart at Wounded Knee” adlı filmi de, Celal Üstel’in nefis çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkan kitabı da tavsiye ederim. Ama bu filmde bambaşka hikâyeler var. Kızılderili sanatı, alkolün nasıl baş düşman muamelesi gördüğü gibi meselelere de değiniliyor (hatta bir dans bile var) ama aslolan iki büyüme hikâyesi. Ergen Johnny Winters (John Reddy) ile küçük kızkardeşinin (Jashaun St John) büyüme hikâyeleri. Sarhoş olup bir yangında ölen, eve hiç uğramayan, en az 25 çocuğu olan bir babaları, alkolik bir anneleri (ah, haliyle) ve hapiste bir ağabeyleri var. Bir de Johnny’nin Los Angeles’a hukuk okumaya gidecek güzel sevgilisi. Bir kamyonet alıp onun arkasından gitmek için içki kaçakçılığı yapıyor. Ve o sakin temponun, yakın plandan yüzlerin, nefis doğa görüntülerinin içinde filmin kendisi de sakin bir nehir gibi akıp gidiyor.

Ne denir? “Nomadland”i bekliyoruz.