Yazar-çizer bir oyuncu
Civan Canova uçtu gitti. Rengârenk resimleriyle birlikte. Sergi açtığını duyunca çok sevinmiştim. Çünkü bir vakittir Facebook’ta o resimleri yayınlıyordu. Ben de arada bir, “Sergi aç, Civan!” diye mesaj yolluyordum ona. Sonra bir baktım, açıyor: Civan Canova’nın ilk sergisi. Köşe Bucak için söyleşi yapmaya gittik. Teşvikiye, Ahmet Fetgari sokakta Erinç Galeri’de açılmış. Galeri sahibi Devlet Senfoni Orkestrası'ndan emekli bir müzisyen, bir kornocu.
Açılışa gidemedim gerçi. Civan, “Gelsen sıkılmazdın” diyordu. En sevdiğim resimlerden biri de, sağdan itibaren Vincent Van Gogh, John Lennon, Nur Subaşı (Nur Bey) ve Levent Öktem’in sıraya dizildikleri fotoğraf. Levent biraz boş bakıyor, Nur Bey besbelli lider konumunda (hep öyledir), John Lennon’ın alnında bir kırmızı delik. Van Gogh da kulağı kesmiş olmalı, çünkü bağlamış sıkıca.
Civan bir anekdot da nakletti hemen. Gümüşsuyu’nda Park Kafe’de oturuyorlarmış. Civan, Nur Bey, Levent. Civan, Subaşı’na o anda kapı açılıp içeri kesik kulağıyla Van Gogh girse ne yapacağını sormuş. “İlk Yardım’a götürürdüm, çocuğum” demiş Nur Bey. Civan bu sefer, ya yine kapı açılıp içeri alnından kurşunlanmış John Lennon girse ne yapardı diye merak etmiş. “Onu da İlk Yardım’a götürürdüm” demiş Subaşı. “Seni de Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne.” Facebook’ta aktör/ressam Civan Canova ile aktör Nur Subaşı’nın yanyana fotoğrafları var. Aynı zamanda unutulmaz bir dublajcı olan aktör Subaşı, “O duvardaki ben miyim çocuğum?” diye soruyor.
HAYAT DOLU RESİMLER
Civan Canova’nın naif resimlerinin çoğu rengârenk, tanıdık insanlarla dolu, hayat dolu. Bir binanın önünde duran bir kadın, bir erkek, bir çocuktan oluşan üç kişilik gruba bakıyorum. “Biz” diyor. Babası tiyatro yönetmeni Mahir Canova, annesi Gündüz Hanım (sonraları, Gündüz Tibet) ve küçük bir oğlan, Civan. Daha çok Ankara resimleri. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu önünde pek kalabalık olmayan bir grup var. İçlerinde İsmet İnönü ile Mevhibe Hanım göze çarpıyor. Her cuma akşamı gidip birinci sıradaki yerlerine otururlarmış. Garın önü, aktörü ve yönetmeniyle, müzisyeniyle pek çok arkadaşının yetiştiği konservatuvar, caddeler, sokaklar... Ankara işte.
Ha, bir de Gümüşlük, tabii. Yıllar önce bir söyleşide kendinden söz ederken Gümüşlük’ü de katmıştı işin içine: “Anlayacağınız koskoca bir sektörün bir yerlerindeyim ben de herkes gibi. Kimileri için Artiz Celal, kimileri için oyun yazarı, bazıları için hiçbir şey. Gümüşlük sakinleri içinse pimpirikli, aylak bir yazlıkçıyım. Bu malın toplamı bu işte.” Çiçek Taksi dizisindeki Artiz Celal’i hatırlarsınız herhalde.
İYİ Kİ CESARET VERMİŞLER
Bir Gümüşlük resmi var: Jazz Kafe karşıda. Ortaya doğru bir hanım elinde torbalarla yürüyor. “Bu Müge” diyor Civan. “Müge Gürman. Pazardan geliyor. Bu da kocası Cengiz” Babası da verandada oturuyormuş. Herkesi tek tek gösteriyor. Sol ortada bir karakter var, o da garsonmuş. “Geldi, ‘Beni de çizmişsin ağbi’ dedi” diyor. Ee, orada değil mi? Dostane resimler, dost dolu, gençlik yıllarıyla dolu.
En önce tiyatro oyuncusuydu. Sonra oyun yazarı oldu. Sonra da ressam. “Evet, çok severek resim yapıyorum. Ama korka korka paylaştığım resimleri dostlarım beğenip de beni yüreklendirmeseydi onlar da öncekiler gibi yersizlik ve yetersizlik gibi nedenlerle yok edilecekti” diyor. İyi ki cesaret vermişler.
Sergi kataloğunda, “Şu an yazı makinemin başında ama resimlerimin tam karşısındayım” diyordu. “Onlara bakarken yaşanan anların ötesine geçtiğimi hissediyorum. Yaşadıklarımı, yazdıklarımı, oynadıklarımı, sevdiklerimi, yitirip özlediklerimi, zaman karşısındaki aciziyetimi, acemiliğimi, yası tutulmamış ölümlerimi, çocuksu ve aceleci hallerimi. Kısacası tüm hayatımı ve içimi görüyorum.”
Çok büyük bir boşluk kaldı senden geriye, Civan. Güle güle!