Bugüne de ışık tutması beklentisiyle soralım: Türkiye’de burjuvazi ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiler nasıl seyretmektedir?

Bugüne de ışık tutması beklentisiyle soralım: Türkiye’de burjuvazi ile siyasi iktidar arasındaki ilişkiler nasıl seyretmektedir?
Son otuz beş yıla göz atarak kısaca tartışalım.
• • •
1978’de ekonomik hegemonyasını tehdit altında gören sermaye, CHP iktidarına karşı topluca saldırı başlatır; Ecevit hükümetinin çöküşünü sağlar; 24 Ocak programına katkı yapar. Bu programın parlamenter rejimde hayata geçirilemeyeceği bilindiği için, 12 Eylül darbesini destekler.
Sermaye cephesi, ekonominin başına Turgut Özal’ın getirilmesini sağlar. Yeni anayasaya ve ekonomiye kalıcı damga vuracak yasalara, kurumlaşmaya belirleyici katkı yapar. Neoliberal dönüşümleri fanatikçe sürdüren Özal liderliğindeki (1983-1988) ANAP iktidarına tam destek verir
• • •
Halk sınıflarının direnmesi sayesinde emek, on yıllık kayıpların bir bölümünü geri alır (1989-1990). Koalisyon hükümetleri (1991-1998) bölüşüm ilişkilerinde istikrarsızlıklara yol açar. Siyasette parçalanma sermaye gruplarına da yansır.
Burjuvazinin popülizme karşı açtığı savaş, ekonomi politikalarının 1998 sonrasında IMF’ye devredilmesiyle sonuçlanır. 2001 krizi de IMF reçetelerine uygun biçimde Kemal Derviş’in gözetiminde yönetilir; kurumsal neoliberal düzenlemeler kriz ortamında yasalaşır.
• • •
ANAP’taki dağılma, burjuvaziyi iki doğrudan partileşme girişimine yöneltecektir. Birincisi TÜSİAD seçkinlerinden Cem Boyner’in 1994’te liberal aydınlarla birlikte kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi (YDH)’dir. Liberal, anti-Kemalist YDH, büyük medya ve uluslararası sermaye çevreleri tarafından desteklenir; 1995 seçimlerinde yüzde yarım oranında oy alır ve tarihe karışır.
İkincisi, 2001 krizi sonunda, büyük medya tarafından pompalanan, İsmail Cem/Kemal Derviş liderliğindeki liberal Yeni Türkiye Partisi (YTP)’dir. Kemal Derviş (CHP’ye girerek) yan çizer. YTP kurulur; 2002 seçimlerinde yüzde bir oranında oy alır; o da tarihe karışır.
Burjuvazi, böylece, krizin yarattığı sosyal bunalımı 2002 seçim zaferine dönüştüren AKP ile karşı karşıya kalır.
• • •
Belli sermaye gruplarıyla organik ilişkileri olan AKP, burjuvazinin ortak çıkarlarını gözeten Kemal Derviş programını olduğu gibi devraldı; geliştirdi. ANAP/Özal’lı yılların özlemini çeken burjuvazi, böylece, kolektif sınıf çıkarlarını ödünsüz izleyen ikinci bir tek parti iktidarına kavuşmuş oldu.
Ne var ki, zamanla burjuvazi ile AKP arasında gerilimler oluştu. Bunlar, iktidarın farklı sermaye grupları ile ilişkilerinde kayırıcı/dışlayıcı (hatta cezalandırıcı) yöntemleri geliştirmesinden kaynaklanıyordu. Kentsel rantları astronomik servet transferlerine dönüştürme imkânlarını sonuna kadar kullanması, iktidarın sermaye grupları üzerindeki gücünü artırıyordu.
• • •
“Faşizme geçiş”in belirleyici bir adımı, 2010 Anayasa Referandumu oldu. Başbakan, anayasada önerilen değişikliklerin sermaye çevreleri lehine getirdiği öğeleri (örneğin “idari yargı vesayeti”ne son verilmesini) hatırlattı. Ardından şantaj geldi: “Anayasal değişikliğe eğer siz ‘evet’lerinizle katılmazsanız, yarın huzurumuza geldiğinizde biz de sessiz kalırız. Burada bitaraf olanlar yarın bertaraf olurlar.”
Bu açık şantajın sonucu ne oldu? İş çevrelerinin referandum öncesindeki açıklamalarının bir dökümünü Hakan Gülseven yaptı ve üç sayfalık bir liste yayımladı: (indy/media.org, 10 Eylül 2010). Burjuvazinin seçkin, ünlü adlarını da içeren silme “evetçi” bir liste… “Muhalifler”, artık, susmak zorunda kalacaklardır.
Şantaj niçin etkili olmuştur? Yanıt, devlet eliyle ihya edilmeyi bir hayat tarzı olarak benimsemiş ve bunu AKP’li yıllarda da sürdürmekte olan Türkiye burjuvazisinin yoz niteliğinde aranmalı. “Serbest piyasacı” patronlara soralım: “Başbakan’ın huzuruna niçin çıkmaktasınız? Kendisinden neler istemektesiniz?”
• • •
Şimdi yeni bir dönemeçteyiz. Mafyatik niteliği açığa çıkmış olan bir kadro iktidardan uzaklaşamaz; bu nedenle faşizme geçişi hızlandırmak zorundadır. “Patronların desteği” ile onaylanan anayasa, bu lideri Çankaya’ya çıkardı. Yasaların uygulanması dahi, artık liderin tercihlerine bağlı olacaktır. Zira, “milli irade”, faşizmi meşrulaştırmaktadır.
Seçim sonrasındaki açıklamalardan (ve diğer ipuçlarından) anlıyoruz ki, burjuvazinin saflarında iki eğilim var: Faşizme geçişi tam destekleyenler ve “reformları hızlandırmak için kutuplaşmayı hafifletmeyi” isteyenler…
Dikkat ediniz: İkinci takım için hukukun çiğnenmesi en azından sineye çekilmiştir. Kamu kurumlarının, eğitimin, toplumun gerici/İslamcı doğrultuda “restorasyonu”, bunlar için sorun değildir.
Çocukları dışarıda okuyan, korunaklı sitelerde yaşayan kimi zenginlerin birbirlerine yakınmaları değil, kamuoyuna taşınan tavırlar önemlidir.
Öyle anlaşılıyor ki bu burjuvazi, burjuva demokrasisine karşıdır. O zaman burjuva demokrasisini, içeriğini zenginleştirerek; belki de bir demokratik devrime dönüştürerek hayata geçirmeyi başkaları üstlenecektir.