2007 yılında, Alanya Belgesel Günleri’nin altıncısında, rasyonel düşünce yöntemleriyle anlayabilmenin neredeyse imkansız olduğu bir olay yaşanmış, ilçede yayımlanan bir gazete Belgesel Günleri’nde Kürtçe film gösterilmesini düşmanca bir tavırla eleştirmişti. “Kürtçeyi kim soktu listeye?” başlığıyla yayımlanan ve “Birçok etnik dilden belgeseller ‘özen’le seçilmiş...” gibi ilginç komplo vurguları içeren metinde gazetenin yazarı aynen şunları söylüyordu: “Hadi İngilizce, Almanca ve Fransızca belgeselleri bir nebze olsun anlayabilirim ama Kürtçe belgesellerin neden bu programa alındığını anlayamadım.”

Bu ‘tuhaf, bilinmeyen, mahkemelerde olduğu gibi festivallerde de yeri olmayan dil’de yapılan filmlerden biri, Ümit Kıvanç’ın 105 yaşında bir kadının hüzünlü hikayesini anlattığı Naze’ydi. İşin kötüsü, Kürtçe Naze’nin kendini ‘en iyi ifade ettiği’ değil, tek ifade edebildiği dildi. Yani eğer ‘Naze’nin sesi’ni duymak istiyorsak filmin Kürtçe’den başka bir dilde yapılması imkansızdı. Yok eğer kulaklarımızdan içeri tek kelime bile Kürtçe sızmasını istemiyorsak, e o zaman da izlemezdik, olur biterdi.

Ama olmuyor bitmiyor işte, o kafa ‘Naze’nin sesi’ne kulaklarını tıkamakla kalmıyor, konuşmasını da istemiyor. Bugün bile! Hem de taşradaki müptezel milliyetçiden söz etmiyoruz artık...

Sinema aleminde sadibey.com sitesiyle tanınan sinema yazarı Sadi Çilingir, Babamın Sesi’nin ödüllendirildiği Altın Koza’dan hemen sonra twitter hesabında şunları yazmış: “Son günlerde güneydoğuda verilen şehitlere saygısızlık olacağı gerekçesiyle başlamasına birkaç hafta kala 19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nin iptali gündeme gelmişti. Keşke iptal edilseymiş. Festival yapıldı, bazı konserler iptal edildi, tuttular En İyi Film Ödülü'nü vatan evlâtlarını şehit eden zihniyete destek olan filme verdiler.”

Bir sinema yazarının bir film festivalini ‘şehitler’ üzerinden tartışması bir yana, ancak ‘insancıl olmak’la tanımlanabilecek bir filmi ‘vatan evlatlarını şehit eden zihniyet’ gibi korkunç derecede çirkin, sinemaya ve entelektüel düşünce kültürüne hiç yakışmayan bir ifadeyle anıyor olmasına inanabiliyor musunuz?! Hem de ‘vatan evlatlarını şehit eden zihniyet’in tam da vatan evlatlarını ‘ölsünler ve öldürsünler’ diye Güneydoğu’ya gönderen zihniyet olduğu bu kadar açıkken...

Ama bitmiyor; bir kaç twit sonra: “Ulusal yarışmalara Türkçe'yi altyazılı olarak kullanan filmler ve belgesel filmler kesinlikle katılmamalı. Onlar için başka bölümler mi yaparsınız veya o tür filmlerin hepsine peşin olarak tüm ödelleri mi verirseniz verin ama Ulusal yarışmalara katmayın.” ‘Ulusal’ sözcüğünün büyük ‘u’ ile özellikle vurgulandığı bu mesajların üstüne oturduğu ideolojik zihniyet çok açık: En demagojik ve zavallı haliyle milliyetçilik... En ilkel haliyle bir hortlama anı: “Vatandaş, Türkçe konuş!”

Bu mesajlara verilen tepkiyi görünce Çilingir şunları yazdı: “19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali geldi geçti, sonuçlarla ilgili herkes bir şeyler yazdı. Twitter ortamına bizde birkaç satır yazdık. Birisinde ‘Ulusal yarışmalara Türkçe'yi altyazı olarak kullanan filmler ve belgesel filmler katılmamalı; onlar için hepsine peşin olarak tüm ödülleri mi verirseniz verin...’ demiştik. Bu satırlardan memleket efradının bir kısmı hemen nem kaptı, işlerine geldiği gibi yorumlarda ve giydirmelerde bulundular. Sadece cümlenin baş kısmına gönderme yaparak ‘Falanca dildeki filmlerin ulusal yarışmalara katılmasını istemiyor’ diye yazdılar, belgesel filmler önerisini hiç dikkate almadılar.” Fark etmişsinizdir, Çilingir ‘Kürtçe’ sözcüğünü bile kullanamıyor, ancak ‘falanca’ diyerek anabiliyor... Çok yazık... Ve bir kaç twit sonra: “Zihniyet meselesini merak edenler festivalin ödül töreninde yönetmenin yaptığı konuşmayı tekrar izlesinler.”

Filmin yönetmenlerini açıkça hedefe dönüştüren ifadeler kullanan Çilingir’in bu son mesajı üzerine, Orhan Eskiköy’ün törende yaptığı konuşmayı merakla izledim. İşte Eskiköy’ün Çilingir’i bu kadar rahatsız eden ‘zihniyet’i -youtube’da bulabilirsiniz: “Biz barış filmleri yapıyoruz.  Üç sene önce burada İki Dil Bir Bavul’la Yılmaz Güney Ödülü’nü almıştık.  O zaman bir barış iklimi vardı ülkemizde; konuşmaya başlamıştık, birbirimizi anlamaya başlamıştık. Şimdi yeniden geri sarmaya başladı kaset... Bir hatırlatma yapmak istiyorum hükümete, başbakana: Üç yıl önce sinemacıları bir araya toplayıp  ‘Bu barışa nasıl katkı sunacaksınız?’ diye sorduğunda, sinemacıların verebileceği tek cevap ‘film yapmak’tı. Biz üzerimize düşeni yapıyoruz, lütfen siz de üzerinize düşeni yapın, verdiğiniz sözleri tutun.”

Gördüğünüz gibi, bu konuşmaya olsa olsa şöyle kızılabilir: “Ah Orhan biraderim, siz RTE’ye ve AKP’ye inandınız mı yani?!”

Barış ve kültürel eşitlik gibi kavramlardan pek hoşlanmadığı anlaşılan Sadi Çilingir, belli ki ‘%100 Türk ve Türkçe’ bir ulusal –ben küçük yazdım ama siz ‘u’yu büyük okuyun- festival istiyor. ‘Bölücülük’, Türkiye koşullarında çok mantıkdışı bulduğum ve hiç sevmediğim bir sözcük ama, hadi milliyetçilere de kulaklarımızı tamamen kapatmadığımızı göstermek için şöyle soralım: Türkçe’den başka onlarca dilin konuşulduğu bir ülkede bundan daha büyük bölücülük olur mu?!