Hangi baba?” yanlış sorusunu başlık yaptığım yazıda, tivitler atılsa da yeterli toplumsal tepkinin gösterilemediğini, tepkimizin bireylere değil onları var eden yapılara yönelmesi gerektiğini savunmuştum.

SOL Partililer sokaklarda bunu yapıyor, dün de Kılıçdaroğlu milletvekilleriyle birlikte Adalet Bakanlığı’na yürüdü. “Siyasal iktidarın hala görevini yapmaması, devlet aygıtını çalıştırmaması tahammül edebilecek bir durum değildir. ‘İki yıldır bu meseleyi biliyoruz’ ne demek? İki yıldır kimin arkasına saklandınız, İki yıldır kimlerle fotoğraf çektirdiniz?” sorularını sorarak resmi tavrı/tavırsızlığı sorguladı.

Bunlar bir toplum olarak bizi kurtarır mı? H.K.G.’nin sergilediği cesaret ve kahramanlık karşısında tüm hücrelerimizde hissetmemiz gereken utancı azaltır mı?

Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanlığı önünden H.K.G.’ye de seslenerek “Yanındayız, hepimiz senden yanayız. 84 milyon, genci, yaşlısı, inançlısı, inançsızı, dindarı, ateisti hepimiz senin yanındayız kızım” dedi.

Duymuş mudur H.K.G.? 85 milyonu yanında hissetmiş midir? Yoksa, 6 yaşında yaşatılmaya başlanan işkenceden kaçarak saklandığı yerde, hep H.K.G. olarak gizlenmek zorunda mı kalacak?

Bu köşede birkaç kez Prof. Necmi Erdoğan’ın bir toplum olup olmadığımızı sorgulayan satırlarını paylaştım: “Toplum basitçe ‘bir arada duran’ veya aynı topraklarda yaşamak ‘zorunda kalan’ insanlar topluluğunun adı değil de, bir dizi insani (siyasal, ekonomik, kültürel, ahlaki, hukuki vs.) kurucu bağ ile birbirine bağlanmış olan insanların varoluş biçimi demek ise, ‘Türkiye toplumu’ denen şeyin tutunumunu sağlayan böyle ‘pozitif’ normlar var mı?

Bu soruya olumlu bir yanıt verebilmek için, H.K.G.’nin olağanüstü cesaret ve kahramanlıkla gözümüze soktuğu gerçeğe karşı 85 milyonun (EVET, SEKSEN BEŞ MİLYONUN) ayağa kalkıp kükremesi gerekirdi.

İyi ki Timur Soykan gibi gazeteciler, BirGün gibi gazeteler, toplumun çoğu sessizce izlese de bu korkunç cehennemi yıkmak için haykıran, yürüyenler var. Ama ne yazık ki, “Bir toplum muyuz?” sorusunu ortadan kaldırmaya yetmiyor!

İran’da Masha Amini çıktı ve onu saçlarından tutup sürüklemek isteyen karanlığı yırtan bir ışığa dönüştü.

Masha, Türkiye’de 6 yaşındaki küçük kız kardeşinin yaşadıklarını duysa dehşete düşer, onun kendisine yaşatılanlara karşı çıkarken sergilediği cesaret ve kahramanlığı hayranlıkla selamlar ve dünya H.K.G.’yi de tanımalı derdi!

Cesaret? Kahramanlık? 10 gündür konuşup dinlediğimiz 6 yaşındaki çocuğun, H.K.G.’nin hikayesi, onun ta kendisi değilse, başka ne olabilir ki?

Çok korktu, hem de nasıl korktu, kim bilebilir?

Cesaret de korkusuzluk değil zaten, korkuna rağmen atılması gereken adımı atmak değil midir? Cesaret mücadele edecek ve karşı çıkacak gücü olanın değil, asıl güçsüz birinin kavgaya tutuşabilmesi değil midir? Her gün bas bas bağırmak değil ama içten içe ve sessizce yarın atacağın adıma hazırlanmak değil midir? Bütün cevapları bilerek değil, önünde onlarca cevapsız soru varken yürüyebilmek değil midir cesaret? Öyleyse, H.K.G.=cesaret değil midir?

Ya kahramanlık?

Savaş meydanlarında, olağanüstü insanlar arasında değildir o. Kahramanlar da sıradan insanlardır, sıra dışı şeyler yapan! Kahramanlık bir canavarı yenmekten çok, ona karşı çıkabilmektir. H.K.G. işte!

BrechtYazık o ülkeye ki, kahramanlara ihtiyaç duyar!” diyor ya, ne yazık ki, öyleyiz. Kahramanlar masallarda ve çocuklarının içindir sanılır ama işte bir çocuk ülkenin ihtiyaç duyduğu kahraman olup çıktı! Ve şimdi elimizde H.K.G’nin cesareti ve kahramanlığı var. Onun kaçtığı cehennemden tümüyle kurtulmak için bize gereken de bu!