‘Elm Sokağında Kâbus’ ve ‘Çığlık’ gibi çok sayıda klasikleşmiş korku filminin yönetmeni Wes Craven yaşama veda etti. Sevin Okyay, Craven’ın ardından yazdı: Korku filmleriyle alay ederken de korkutmaktan keyif alıyordu

Bir arkadaşım “Craven’sız korku filmi korkutucu” diye yazmış, haklı da. Bu janra bunca hâkim olan, hem en korkutucusunu yapan, hem de aynısını tersyüz edip eğlendiren Wes Craven bizi bırakıp gitti. Nedeni, beyin kanseri. Fazla çalıştırmaktandır belki.

Guardian gazetesi, Craven üzerindeki Ingmar Bergman etkisini vurgulamış. Gerçekten de, fevkalade korkutucu ilk filmi “The Last House On The Left” (1972), İsveçli üstadın 1960 yapımı filmi “Virgin Spring”in (1960) bir tekrar yapımıdır. Eleştirmen Peter Bradshaw’a göre, Craven’ın filmleri Avrupa sanat filmleri ile istismar temelli Hollywood korku filmlerini birbirine bağlıyor.

Korku filminden korkarım

Çok heyecan verici ama bence asıl heyecan verici olan filmlerin kendileriydi. İlk filminin izlemediğim sahneleri, sanırım izlediklerimden çoktur. Korku filminden ödüm kopar zaten. İşte bunun içindir ki, “Nightmare on Elm Street”i unutmam mümkün değil. Sadece Freddy Krueger’in çirkin yüzü, upuzun tırnakları ve bitmez tükenmez intikam duygusu yüzünden değil; rüya ile gerçeğin arasındaki sınırın silinip gitmesi yüzünden. Filmi izlediğimde yeniyetme değildim ama Craven’ın sınır tanımazlığını normal karşılamıştım. Uykudan gözleri kapanırken, yenik düşerse başına gelecekleri bilerek uyanık kalmaya çalışmanın sonunda yenilgiyle sonuçlandığını bilirdik. Koskoca insanlar, Craven’ın arkasından yolladıkları mesajlarda, aylarca gece pencerede Freddy’nin yüzünü gördüklerinden söz ediyor. Bilmem hatırlar mısınız ama, yeni yetenekleri keşifte de usta olan yönetmenin bu filmindeki keşfi Johnny Depp’ti.

Başka filmler de var elbette. Örneğin, “The Hills Have Eyes”. İnsanı masum, yeşil tepelerin aylar boyu semtine uğratmayacak bir film, sapık bir yamyam ailenin hikâyesi. Craven, 1980’li yıllara damgasını vurmuş, filmi dönemin meşhur dört yönetmeninin elinden çıkma TV dizisi “The Twilight Zone”un beş bölümünü de yönetmişti. Onların hepsini izlemedim ama 1991 yapımı “The People Under the Stairs”i severim.

Freddy’yi durdurmanın yolu

Freddy’ye son bir selam olan “Wes Craven’s New Nightmare” ise, gene gerçek-hayal sınırı üzerine bir film. Gerçi Freddy altıncı filmde ölmüştür ama Nightmare filmlerinin yarattığı kötücül bir güç, filmlerle uzaktan yakından ilgili herkesin (başta Wes Craven ve Robert Englund, yani Freddy olmak üzere) kâbuslarına göz dikmiştir. Filmdeki Craven, “Freddy’yi durdurmanın tek yolu, bir başka Freddy filmi yapmak” diyor. Doğrusu, kendi yarattığı filmlerin devam yapımlarına yüz vermeyen bir yönetmen için ilginç bir cümle.

Filmin bir yerinde de, “Her çocuk, Freddy’nin kim olduğunu bilir. Noel Baba gibi, King Kong gibi bir şeydir” denir. “Scream” ise, belki ondan da etkileyici oldu, havada “post-modern” lafları bile uçuştu. “Scream” (1996) gençlere yönelik korku filmlerinin hiçbir ayrıntısını kaçırmıyordu; çiçek desenli pamuklu geceliği içindeki bakire kahramandan tutun da, son bir korkutma için yeniden dirilen sözümona ölü katile varana kadar. Craven bu arada, birkaç genci öldürmeyi de ihmal etmiyordu elbette. Bira içip patlamış mısır yiyen genç karakterler korku filmlerine öyle aşinaydı ki, kahramanların bu filmlerde ölmemek için nelerden kaçınması gerektiğini biliyorlardı. Craven ise korku filmleriyle alay ederken de korkutmaktan keyif alıyordu.

SİNEMA DÜNYASI ONU SEVGİYLE ANIYOR

Wes Craven’la birlikte en sevdiğim korku ustası John Carpenter, onu erken kaybetmekten ne kadar üzüldüğünü yazmış mesajında. “Gerçekten de Eski Ekol’den bir yönetmendi” diyor. İyi arkadaş, iyi yönetmen, iyi insan. Sinema dünyasından dostları hep aynı şeyi yazmış: Onu koruyucu, iyi kalpli iyi bir insan diye anarak uğurluyorlar. Craven, korkutmasını bildiği kadar sevgi dağıtmasını da biliyormuş, ne mutlu!