Kalanlılarla Abbasanlılar arasındaki anlaşmazlık bir türlü hal yoluna koyulmayınca, sulh değil harp çubuğu tütmüş, Abbaslılardan Ali ağa vurulmuş, Kalanlılardan başka Aliler Veliler, iki aşiret arasına düşmanlık, Ali’nin oğlu küçük Zeynel’e yetimlik miras kalmış. Gözü yaşlı Zeynel nereye gitsin, aşiret büyüğü Seyit Rıza’nın xanesine sığınmış, Viyaleke’deki o konak evin önünde oynamış, etrafındaki sisli ormanda hayvan gütmüş, birden büyümüş, at binmeye, silah kuşanmaya başlamış.

Birgün, birdenbire askeriyeye bağlı namlı 17. Tümen çıkıp Bokır Dağı’na gelmiş, yemyeşil çadırları kurmuş. İlk istedikleri Koçgiri’den kaçıp, Munzur Dağlarına gelip, Palaxın Mağarasına sığınan Alişermiş. Alişer Osmanlı’dan beri aranmadaymış. Yanındaki Zarife Xatunla çocuk yeğeniymiş. Palaxın, sanki ormanların içinde bir evmiş, içinde kitapları, sandığı, mumlu gecelerde eski duaları, önünde keçileri, kuzuları, köpeğiyle bir dünyaymış.



17. Tümen başeğmezliğini bildiği Zeynel Top’a ani bir ölüm fermanı yazmış. Sovge geçidindeki baskın, çalınan zahireler, götürülen atlar meğerse Zeynel’in işiymiş. Yeni bir ferman ve af, cebe bol para, Kalanlılardan intikam, Abbaslılara dokunmama sözü, üstüne bir de rütbe denince, şa yüzlü Rayver de ısrar edince, Zeynel milis olmuş. Yanında adamları Palaxın mağarasını basmış, bir bitmez muharebeyle kewrası Alişerle Zarifeyi vurmuş, bıyıkları yeni terlemiş yeğen çocuğa bile acımamış, çocuk mağara önünde upuzun sessiz bir les, onlarsa Bokır dikinde torba içinde iki kesik başmış. Hiç hesabı bitmemiş Kerbela’dan, ol kanlı günden, ol torba içi sarmaş-dolaş başlardan, halk kötüleri lanetlemiş, onlar için damarı bozux, demiş. Çünkü menfaat için kendi soyuna zulmedenden daha kötüsü yokmuş.
Osmanlı bir büyük xane, yedi düvele nam salmış bir cihan imparatorlukmuş. Osmanoğulları büyümüş büyümüş, sonra birbirine girmiş. Padişahlar, şehzadeler, taxttakiler, harptekiler, haremdekiler, komplolar, entrikalar derken Fatih döneminde kardeş katline ferman çıkmış. Fatih, evladımdan iktidara nasip olanlar, karındaşlarını nizamı âlem için katletsin, bu âlimlerce de münasiptir, demiş. Sonra iş kardeşle de kalmamış, kardeş evladını da katletmek gerekmiş. Osmanlı padişahının evladı olmak, imparatorlukta varis olmak bir kara şansmış, çünkü bir çocuk tahta çıktığı an, diğer çocuklara katledilmek düşmüş.
Hanedandaki ilk kardeş katli, I. Murad’ın saltanat davasına giren Halil ve İbrahim kardeşlerini öldürtmesiymiş. Kardeş boğazlaşmasından da evvel, imparatorluk daha küçük bir beylikken, Osman doksan yaşındaki amcası Dündar’ı, bizzat kendi eliyle attığı okla vurmuş.

Padişah padişahı, şehzade şehzadeyi asmış, kesmiş, boğmuş, yüzmüş, zehirlemiş, işkencenin enva-i çeşidini, zulmün kıralını biraderine vallahi reva görmüş. Papa’yla anlaşıp Cem Sultan’ı öldürten, bu işten vezir-i azamlıkla mükâfatlandırılan Mustafa Paşa, Yavuz karşısında iştahla yemek yerken, arkasından atılan yağlı bir kementle boğdurulmuş. Yedi aylık vezir-i azam Yunus Paşa kelleyi kaptırdığında suçu, Yavuz’un Mısır valiliğine getireceği kişiye iki çift laf etmekmiş. Hürrem, Pargalı İbrahim Paşa’yı, III. Mehmed üç vezir-i azamını birden boğmuş. Ferhad paşanın suçu mesela, fitne fücurmuş (Neyse ki bugünün paranoyak neo-padisası, başbakanı fitne fücurdan bir gecede alsa bile, kellesini almamış).

Osmanlı’da zenginin fakire, ağanın marabaya, saraylının avamlıya, Müslümanın Hırıstiyana, atlının piyadeye, Tanrının kula yaptıkları bir yana, kardeşin kardeşe çektirdiğini tarif etmek imkânsızmış. Devrik on altı padişahın sadece ikisi eceliyle öte tarafa gitmiş. Öyle ki, sığar bir kilim içine on fakir, bir iklime sığamaz iki padisâ, bir deyim olmuş. Taht için kendi kardeşini kesenden topluma ne fayda gelirmiş. Bizim yüz yıllık damarı bozux lafı, Osmanlı için bir övgüymüş.

Okyanusun ötesinden, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’den iki gün önce, iki elçi gelmiş, Neo-Osmanlıcıların Lice’de, Sur’da, Dicle’de, Nusaybin’de geçen yaz ettiği işkenceleri, ev önünde, sur içinde tek kurşunla yere serdiklerini, yüzbinler üstünde estirdiği zulümleri sorunca, bir resmi zevat, biz Osmanlıyız, işkence ve zulüm bizim damarımızda yoktur, demiş. Ol damarın hali hep berbat, yalanın bini bir paraymış.