Bu ülkede tüm beslenme kaynakları kurutulan siyasi demokrasinin son noktası sandıktır.

İçinde bulunulan koşullar nedeniyle de, yapılacak seçimlerin ülkenin geleceği açısından gerçekten yaşamsal olduğu da biliniyor.

Bu ortamda iktidar, sandığı da tamamıyla anlamsız kılabilecek bir adım attı. Geçen hafta Seçim Yasası’nda kendi yararına düzenlemeleri içeren bir tasarıyı Meclis’e sundu. Bu girişim sandıktan başka bir şeyi kalmamış olan demokrasinin, daha da eksikli bir duruma getirilmesi anlamı taşıyor.

Bir kez daha iktidar istediğini yaparken, başta Millet İttifakı olmak üzere tüm muhalefetin bu gidişe var gücüyle karşı çıkması gerekiyor. Çünkü bu seçimlerin kaybı yalnız tüm ülkenin büyük kaybı olmayacak, muhalefetin de yok olmasıyla sonuçlanacaktır.

Bu nedenle muhalefetin, “nasıl olsa gidecekler”, düzenlemeyi, “korkudan yapıyorlar” gibi seçimlerin gerçek önemini kavramayan, bilinçsiz ve içeriksiz karşı çıkışları, asla bağışlanamayacak bir büyük sorumsuzluktur.

SANDIK DA UÇUYOR

Seçime gidilirken tüm partilerin eşit koşullarda yarışmasının sağlanması, olmazsa olmaz nitelikte bir koşuldur. Eşit koşullarda yapılmayan bir seçim yarışına, yarış denemez.

Getirilmek istenen düzenleme ile iktidar ve muhalefet arasındaki var olan derin eşitsizlik çok daha ileriye götürülüyor. Cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin genel başkanı da olduğundan, seçim yasakları kapsamına girmiyor. Bu durum, çok açık ve büyük bir eşitsizlik kaynağıdır; çünkü, iktidar Cumhurbaşkanı eliyle devletin tüm olanaklarını son damlasına kadar kullanabilecektir. Bu düzenlemenin yasalaşmaması için her türlü demokratik engelleme yapılmalıdır; ayrıca bu düzenleme, tek başına seçimlerin geçersiz sayılması için fazlasıyla yeterlidir. Gerekirse AİHM’de gidileceği çok güçlü bir biçimde vurgulanmalıdır.

Ek olarak, seçimlerin yargı denetiminde yapılması, seçim güvenliğinin temelidir. Getirilen düzenleme ile bu ilke de deliniyor; seçim kurulu başkanların en kıdemli hâkim olmasının yerine, iktidar partilerinde çalışmış olan yanlıları ile doldurulmuş yargının içinden kura ile saptama yöntemi getiriliyor. Böylece seçim güvenliği de ürkütücü bir belirsizliğe bürünmüş oluyor.

Ayrıca, seçim barajı yüzde 7’ye indirilerek iktidarın küçük sadık ortağına kolaylık sağlanırken oy desteği az olan partilerin ortaklık yaparak ya da ittifak yoluyla milletvekili seçtirmeleri engelleniyor. Seçmenin isteğinin Meclis’e yansımasına yeni sınırlamalar getiriliyor. Bu durumda, Millet İttifakı olarak başlayan ve daha sonra altı muhalefet partisinin 28 Şubat’ta ortak açıklama yapmalarına uzanan ortak tutumun milletvekili ayağı kesilmek isteniyor. Altılı muhalefetin yüzde 7 oy alma olasılığı olmayan bileşenleri milletvekili adayları için büyük partilerde yer aramaya zorlanıyor. Bu karışık aritmetikte, altı partinin işbirliğinden geriye somut olarak yalnızca ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarma olasılığı kalıyor.

Sonuçta, tasarı yasalaşırsa, sadece sandık demokrasisine dönüşmüş bulunan gerçek demokrasiden biraz daha uzaklaşılacaktır.

MUHALEFET TAM DEMOKRAT OLMALI!

Sandığın geçerliliğinin bile kuşkulu duruma geldiği bir demokrasi dışı ortam var. Ortam, muhalefet tarafından başlatılacak güçlü bir demokrasi açılımı gerektiriyor.

Muhalefetin iktidar karşısındaki yetersizliğinin temel nedeni, yapılarının aynı oluşudur. İktidarın da muhalefetin de örgüt yapıları, katılımcı ve demokratik değildir. Bunun kanıtı, seçimin de gerçek düğümü olan aday saptamasıdır.

Eş genel başkanlık uygulamasıyla, kendine özgü HDP ayrı tutulursa, tüm diğer siyasi partilerde milletvekili adaylarının tamamını esas olarak genel başkan belirliyor. Oysa, Siyasi Partiler Yasası ve parti tüzükleri ön seçim yapılmasına olanak veriyor.

Söylemeye gerek yok ki, adayı genel başkanın saptaması, içerdiği çok sayıda ağır olumsuzlukla, demokrasiyi yok ediyor.

Birincisi, siyasetin işleyişini tamamen kişiye, genel başkana bağımlı kılıyor. “Gerçek seçmen” genel başkan oluyor. Böyle bir demokrasi olmaz.

İkincisi, bu aday saptama yöntemi nedeniyle, siyasete katılım kavramı, örgütlerde de, genel başkana yakınlaşmaya indirgeniyor. Böyle olunca da toplumsal duyarlılıklar yitiriliyor.

Üçüncüsü, parti içinde, özgür düşünce yeşeremiyor; eleştiri ve öz eleştiri süreçleri hiç işlemiyor: Görüş açıklama süreci de genel başkana bağımlılık çizgisinde yapılabiliyor; böylece, parti içinde düşünsel sığlaşma kaçınılmaz oluyor.

Dördüncüsü, genel başkanın çevresinde ona yakınlık derecelerine göre, birinci, ikinci gibi çemberler oluşuyor; çemberlerin varlığı kaçınılmaz olarak her türlü çürümüşlüğü içinde barındırıyor.

Yine de bu olağandışı koşullarda muhalefetin, güçlü ve başarılı olması için, çok daha demokratik ve katılımcı bir çıkış yapması gerekir.

Gün, bugündür: Muhalefet partileri, milletvekili adaylarının tamamını ön secimle belirleyeceklerini açıklamalıdır. Böyle bir büyük açılım, demokratikleşme kilidini açabilecek, muhalefete, iktidar karşısında görülmedik bir demokratik üstünlük sağlayacaktır.