İzmir depremi aklı, planlamayı, bilimi reddeden iktidarların, sağcı, muhafazakâr ve gerici yönetimlerin, yıkıcı kâr yasasına dayalı çarpık kapitalizmin bu ülkeye ve topluma maliyetidir. Kapitalizm ve gericilik öldürüyor. Bütün İzmirlilere geçmiş olsun diyorum.

Bu haftaki yazımı 97. yıldönümü yine büyük bir gerilim ve iki yüzlülük içinde kutlanmaya çalışılan Cumhuriyet’e ayırmıştım. Planladığım gibi, Cumhuriyet devrimi üzerinden bir tarih tartışması yapmayı deneyeceğim.

* * *

Sosyalistler, mücadele ettikleri toprakların devrimci mirasını sahiplenerek yollarına devam eder. Diğer bir anlatımla sosyalistler, insanlığın ilerici birikimini inkâr ederek değil, onu içererek aşar. Gel gelelim bu basit gerçeği, liberalizm, dinci gericilik ve etnik milliyetçilik tarafından “terörize” edilen entelektüel ve siyasal ortam nedeniyle Türkiye'de anlatmak, ne yazık ki, uzun bir süredir mümkün olmadı. Oysa Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin 68-70 yükselişi tam da böyle bir perspektif içinde gerçekleşti.

Ancak, 12 Eylül 1980 sonrasında ya da daha daraltılmış/odaklanmış bir bakışla dünya sosyalist hareketinde 1990 dönemecinde yaşanan büyük geriye savruluşun ardından zihin dünyası liberalizmle lekelenen sol, siyasal İslamcılığın ve Kürt hareketinin yükselişinin de büyük etkisiyle soğukkanlı ve dürüst bir tarih tartışması yapamadı. Cumhuriyet ve Kemalizm değerlendirmesinde yıkılması çok zor bir önyargı oluştu.

Bu nedenle Cumhuriyet ya da Cumhuriyet’in kazanımları denilince, akıllara hemen Dersim Katliamı ve Şeyh Sait İsyanı, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin zulmü geldi. Tümü gerçekti. Tümü kötülüktü, bundan kuşku yok. Ancak, bir tarih tartışması ve değerlendirmesi salt hümanizm ya da “insan hakkı” perspektifinden yapılamazdı. Tarih, özellikle Marksist tarih anlayışı,–Althusser’in felsefi bağlamda kullandığı kavramıyla ifade edersek- teorik bir anti-hümanist” yaklaşımına dayalı olmak zorundaydı. Çünkü bilim, salt ahlaki değerlerin belirleyiciliği üzerinden yapılamazdı. Ama Türkiye’de sol siyaset ve tarih tartışması uzunca bir süredir böyle yapıldı.

Öyle ki, esas olarak halkın ve emekçilerin, insan aklının ve bilimin tarihsel bir kazanımı olan laiklik bile, uzunca süredir orta sınıfın fantastik bir tercihi ya da saplantısı diye sunuldu. Bu yaklaşım o kadar sık tekrarlandı ve vurgulandı ki, neredeyse genel kabule dönüşüyordu.

Oysa ortada, toplumsal tarihe bakış ve onu ele alışta çok büyük bir metodoloji (yöntem) hatası yapılıyordu. Bu hatanın sola maliyeti ağır oldu. Örneğin sol, bu nedenle hem geniş kitlelerle bir daha anlamlı bağ kuramadı hem de büyük bir meşruiyet sorunu yaşamaya başladı. Bu durumun tek istisnası, Gezi/Haziran Direnişi oldu. Onun nedeni de Gezi Direnişi’ne katılan milyonlarca insanın eylemli olarak bu tarih anlayışını aşmasıydı.

* * *

Konuyu biraz açalım; bir Fransız sosyalisti için 1789 Devrimi tartışma dışıdır. Bir sosyalist, Fransız Devrimi’ni, ülkenin yeni egemen sınıfları Fransa’yı daha sonra emperyalist bir güce dönüştürdü, örneğin Cezayir'i sömürgeleştirdi ya da bazı Afrika ülkelerinde katliam yaptı diye mahkûm edip reddetmez. Cumhuriyetçi burjuvazi, 1830-48-71 gibi tarihsel uğraklarda Paris sokaklarında oluk oluk emekçi kanı döktü diye Fransız Devrimi'ne düşmanca yaklaşmaz. Marx’ın ünlü üçlemesinde (Fransa’da İç Savaş, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ve Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’I kitaplarında) bu konuda tek satır bulamazsınız. Marksistler 1789’u zaten burjuva devrimiydi diye akıl dışı bir yaklaşımla aşağılamaz, onu insanlığın tarihsel bakımdan en büyük ilerici atılımlarından biri olarak değerlendirir. Sanırım tersini yapana o ülkede deli gözüyle bakarlar.

Artık bu konu, bırakın sosyalistleri aklı başında bir Fransız sağcısı için bile tartışma dışıdır. Çünkü 1789 Devrimi, sadece Fransa'nın değil, insanlık tarihinin en büyük devrimci atılımlarından biridir. İnsanın özgürleşmesi yolundaki en önemli tarihsel dönemeçtir. Nitekim başta Marx olmak üzere bütün kurucu sosyalist düşünürler, sorunu böyle ele alır.

Bir başka örnek ise Amerikan Devrimi’dir. ABD daha sonra kapitalizmin “kâbesi” ve emperyalist bir ülke oldu diye Amerikan Devrimi tarihsel değerinden bir şey kaybeder mi? ABD dünyanın birçok ülkesinde katliamlar yaptı ve faşist darbeler düzenledi diye, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi öneminden hiçbir şey yitirmez.

* * *

Sovyet Devrimi, Çar yanlılarıyla 4 yıl süren ve bir ölüm kalım kavgası şeklinde geçen iç savaş sırasında İmparatorluk hanedanının –ki aralarında 10 yaşındaki bir kız çocuğu olan Prenses Anastasya da vardı- bütün üyelerinin kurşuna dizilmesi nedeniyle bir “kötülük” olarak nitelenebilir mi? Biz bu nedenle Bolşeviklere “çocuk katili” diyebilir miyiz? Aynı şekilde Kronştad denizcilerinin –ki devrimde büyük bir rol oynamışlardı- ayaklanması kanlı bir şekilde bastırıldı diye, Ekim Devrimi tarihsel değerini ve önemini yitirir mi? Böyle bir saçmalık olur mu?

Bu toprakların ilk modern devrimci atılımlarını gerçekleştirenler ise, nesnel bir bakış ve bilimsel bir değerlendirmeyle ele alınmak durumundadır. Böyle yapıldığı takdirde; 1908 Hürriyet Devrimi (II. Meşrutiyet) ve 1923 Cumhuriyet Devrimi ile bu devrimlerin öncüleri de Jön Türkler, İttihat ve Terakki Hareketi ve Kuvayi Milliyeciler ya da Kemalistler daha serinkanlı ve doğru biçimde ele alınıp değerlendirilebilirler. Onlar bizim devrimci-ilerici mirasımızın bir parçasıdır. Tarihsel gerçek ve bilimsel olgu budur. Çünkü bütün sınırlılıkları, kusurları, ve kötülüklerine karşın, gerek 1908 gerekse 1923 sadece bu topraklarda değil, bütün Doğu'da 1789 Fransız Devrimi'nin gecikmiş bir yorumudur.

Dolayısıyla, İttihat ve Terakki Fırkası yönetimi Ermenilere karşı suç işledi ya da Cumhuriyet zamanla gericileşerek Kürt kimliğini reddetti, dahası asimilasyon, inkâr ve imha politikaları uyguladı diye (bu devrimler) tarihsel değerlerinden, bu toprakların kaderinde oynadıkları ilerici rollerinden hiçbir şey kaybetmez. Her tarihsel atılımın “kaçınılmaz kötülükleri” vardır.

Türkiye'de Cumhuriyet hiç kuşkusuz bir burjuva devriminin ürünüdür. Ortaçağ kalıntısı bir din devletini yıkmış ve onun yerine laik, kamucu/halkçı özellikleri ağır basan, insanlığın aydınlanmacı birikimini bu topraklara taşıyan ilerici bir atılımdır. Medeni Kanun'un kabulü bile başlı başına tarihsel ve devrimci bir önem taşımaktadır. Örneğin, Marx, I. Meşrutiyet döneminde Mithat Paşa hükümetini bile medeni kanununu getirmeye teşvik etmiştir.

Foucault, “Bağlamı olmayan gerçeklik yoktur” der. İşin yöntemsel özü budur. Evet, bağlamından koparılan bir tarihsel olguyu değerlendirmek ve doğru sonuçlara ulaşmak, onu doğru ele almak ve doğru şekilde ifade etmek –üstelik güncel bağlamlı bir siyasal-tarihsel tartışmada- mümkün değildir.

Yukarıda tarihsel gerekçelerini ve nedenlerini açıklamaya çalıştığım çerçevede Cumhuriyet’in kazanımlarını savunmak, bu toprakların bütün ilerici ve devrimci birikimine sahip çıkmak sosyalistlerin görevidir. Biz bu tarihsel birikimi inkâr ederek değil, içererek aşacağız. Cumhuriyete yönelik sosyalistlerin ilerici ve devrimci eleştirisi ile sağcıların, muhafazakârların ve İslamcıların gerici itirazlarını birbirine karıştırmamak gerekiyor.

Cumhuriyet devrimi, ona asıl sahip çıkması gereken sınıf ve toplumsal kesimlerin, asker ve sivil bürokrasinin önemli bir bölümünün ihaneti sonucu 97 yıl sonra yenilgiye uğramış bulunuyor.

Bu nedenle ortada artık savunulacak bir cumhuriyet yok. Biz yeni bir cumhuriyet kuracağız. Devrimci ve toplumcu yeni bir cumhuriyet.