Batı kamuoyu ve devletlerinin Ukrayna’ya göstermelik de olsa verdikleri o yoğun destek, farkında olmadan benim gibi pek çok kişinin savaşa ilgisini yavaş yavaş kaybettirdi, özellikle ayrımcılığa tanık olmak… Örneğin İngiltere, vatandaşlarına Ukraynalı göçmenleri misafir etmelerine yönelik bir kampanya yürütürken diğer göçmenleri Ruanda’yla anlaşma yapıp binlerce kilometre ötedeki başka bir kıtadaki ülkeye gönderme kararı gibi… Ya da Polonya sınırında, göçmenleri ten rengine göre ayırdıklarını, örneğin savaştan kaçan Pakistanlı öğrencilerin sınırdan geçmelerine izin vermediklerini görünce… Almanya’da Rus orkestra şefinin işinden olması, kütüphanelerden Rus yazarların kitaplarının çıkarılması gibi hadiseler de tuhaftı. Bu ilginin onda biri Suriye için olsaydı, oradaki halk bu denli yalnız bırakılmasaydı, bu kadar büyük bir trajedi yaşanmayacaktı belki de... Ama bir yandan Batı’nın Ukrayna’ya ilgisi yine de yeterli değil ki, milyonlarca kişi ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Bu kadar yoğun ilgiye rağmen çok ama çok yetersiz bir destek. Ten rengini bir kenara bırakırsak, Ukrayna ve Rusya, kültürel açıdan Avrupa’dan daha çok bize yakın.

***

Bir de Zelenski’nin Boris Johnson ile Kiev sokaklarında yürümesi gibi hadiseler de çok tuhaftı, sanki bir savaş filminin platosunda geziniyor gibiydiler. Savaş’ın gerçekliğine yabancılaştıran, şova dönüştüren pek çok olay…

Aslında bu durum, bazı sosyolog ve psikanalistlerin de yazılarında belirttiği gibi, Rusya kamuoyu içinde savaş aleyhtarlarının gücünü zayıflattı. İlk günlerde on binlerce Rus, savaş karşıtı gösterilere katılıyordu; ama bu yaptırımlar, örneğin internetle ilgili kısıtlamalar onları da etkiledi ve topyekûn Rusları Putin’in kucağına itti, yalnız bıraktı. Sanki arzu edilen şey, Rusya ve dolayısıyla Doğu ile ilelebet sürecek bir savaşın temellerini atmaktı. Yoksa ne diye klasik Rus yazarları da sanki Putincilermiş gibi hedef gösterilsin…

***

Biden da, Putin de birbirlerinin gözlerine bakınca kendi yansımalarını görüyorlar ve gördükleri şeyden korkuya kapılıyorlar. Tüm dünya halklarının ve Batı kamuoyunun, onların bu ortak korkularını anlamaları ve ortak hareket etmeleri gerekirken… Bu savaşı, diğer savaşlardan ayıran şey, Körfez Savaşı’ndaki gibi gerçek bir savaşı bir tür simülasyona dönüşmemesiydi, fazlasıyla gerçekti ve III. Dünya Savaşı ihtimalini daha çok taşıyordu. Ayrımcı tutuma rağmen Ukraynalı sivillere gerekli yardım yine de yapılamadı, yapılamıyor. Çünkü bunca gelişmiş iletişim teknolojilerine rağmen birbirimizle iletişim kuramıyoruz ve medeniyet bir kere daha sığınak işlevi göremiyor, diğer dünya savaşlarında da olduğu gibi. Stefan Zweig’ı hayal kırıklığına uğratan Avrupa’da değişen bir şey yok. 1932’de Floransa’daki bir konferansta dediği gibi: “Avrupa kendi kendini yıkmayı mı sürdürecek, yoksa birlik ve bütünlüğü mü yeğleyecek? Belki de çoğu kimsenin istediğinin aksine, şunları söyleyemeyeceğim için şimdiden özür dilerim: Sonunda akıl galebe çalacak ve pek yakında egemenliğini kuracak; yarın, öbür gün artık savaşların, türlü türlü politikaların, yıkıcı nefretin bulunmadığı, birleşik bir Avrupa’da yaşamaya başlayacağız; evet, kendimde bütün bunları vaat etme cesaretini bulamıyorum.” Avrupa, Zweig gibi pek çok yazarı ve düşünürü hayal kırıklığına uğrattı, uğratmaya devam ediyor.

Zweig’ın düşü, ancak sınırların ortadan kalktığı gerçek bir dünya demokrasisinde gerçekleşebilir. Devletlerin ve imparatorlukların müzakerelerinden çok, halklar arasında gelişecek diyalogla… Bütün dünyayı saran hayal kırıklıkları, her şeyi içten içe çürüten edilgenlik ve tek başınalıktan ancak içimizde kaybolan ‘öteki’yi bulup onunla temasa geçerek çıkabiliriz. ‘Öteki’nin kaybı, başka bir yazı konusu… Aynı konferansta, Zweig şöyle söylemişti: “Bütün düşünce dünyası, tuhaf düşlerin ve görüntülerin dalgalandırdığı, derin bir uykuya dalmıştı.” Bir süredir yaşadığımız şey bu derin uyku…